faceAile, huzurun kaynağıdır. Kitabımız, erkekleri bir kadınla nikâhlanmaya teşvik ederken kadınları, onlar için ‘huzur bulacakları eşler’ olarak tanıtmaktadır. Dün ve bugün ise aile hayatı sorunlarla dolu olarak öne çıkmaktadır. Adeta evlenen başını belaya sokmuş kabul edilmektedir. Müslüman bir kitle içinde, evlenenin başı derde giriyor şeklinde bir anlayış yaygınlaşabiliyorsa bizim düşünmemiz gereken bir gidişat söz konusu demektir. Kur’an’ımız, evliliği huzur kaynağı olarak gösterirken, Kur’an’a iman edenlerin evlenip huzur kaybetmeleri makul olamaz.

Müslümanların, Allah’ın adı ile nikâhladıkları eşlerinin kâfirlerin önerip himaye ettikleri yasalarla korunmayı istemeleri gayet derin yaralar açan bir darbe niteliğindedir. Huzur kaynağı olması gereken kadınların kendilerini, Kur’an’ımızın himaye edemediği kanaati taşımaları ikinci dereceden bir sorun olarak görülemez. Kadına karşı şiddet adı verilen bir başlık altında onları erkeklerin şiddetinden koruma hamlesini iyi niyetli kabul edemeyiz. Elbette erkeklerin, masum kabul edilmesi de söz konusu değildir. Erkek veya kadın insan masum değildir. Şu kadar erkekten veya kadından şu kadarının kötü olmasını da genelleştirip erkekler ya da kadınlar kötüdür diyemeyiz. İyisi olduğu kadar kötüsü de vardır ve olacaktır.

Artık aile içi ilişkiler, kanun himayesinde sürdürülebilir duruma gelmiştir. Kanunlar kadını, tek taraflı denebilecek bir yapıda korumaktadır. Mevcut durumu sosyal ve siyasi boyutlarıyla ele almayı gerekli görmüyoruz. Alanımızı, Kur’an’ımız ve fıkhımız açısından daraltarak tespitlerimizi yapmaya çalışacağız. Zira biz, Kur’an’a iman ediyoruz. Kur’an’ın açık hükmü varken bizim için sosyal veya siyasi bir bağlayıcılık ikinci planda kalır. Bu anlayışla, kadının eşi tarafından dövülmesi etrafında şu tespitleri yapabiliriz:

Dövmek ve insan kelimelerinin bir arada telaffuz edilmesi bile kabul edilemez. Dayak asla insani değildir. İnsani olmayan bir şeyin aile içinde tabii olması da düşünülemez. İnsana dair bir ortamda dayakla bağlantı kurulacaksa bu bağlantı, insanın hastalıkla kurabileceği bir bağlantı gibi kurulabilir. Tıpkı hastalık gibi dayak da yeri olan ve istenen bir kelime değildir, olmamalıdır.

Aile içi ilişkilerdeki görev taksiminde sorumluluğun erkeğe verildiğini biliyoruz. Erkek, ailenin gidişatından sorumlu olarak da bir puan öne çıkarılmıştır. Nisa suresinin otuz dördüncü âyetinin bu konudaki hükmü gayet açık ve kesindir. Şu veya bu şekilde tevil edilebilecek bir tarafı yoktur. Allah’a ve indirdiği Kur’an’ına iman etmemizin en tabii sonucu olarak biz böyle iman ediyor olmaya mecburuz: Ailede reis erkektir. Bu reisliğin elbette sorumluluk ve sınırlarına dair ayrıntılar vardır. Erkek, ailenin reisi olmakla eli kolu salınmış değildir. Tam aksine erkek, daha ağır bir sorumluluk altına sürülmüştür.
Aile içinde erkeğin sorumlu reis durumuna getirilmesi en azından basit bir işletme sıkıntısı kabul edilmelidir. Erkek, kendisinden ve aile için ilişkilerden, eşi ve çocuklarından dünya hayatı düzeyinde de ahiret muhasebesinde de birinci sorumlu kişi durumundadır. Bu nedenle de erkeğe sorumluluk kadar emretme yetkisi de verilmiştir. Sınırlarını Kur’an ve Sünnetin belirlediği bir emretme hakkı erkeğe verilmiştir. Bu emretme hakkı da yaptırımlarla teyit edilmiştir. Erkeğin kadını dövmesine dair ruhsatın açılımı budur. Nisa suresinin otuz dördüncü âyeti, hiçbir yoruma ihtiyaç bırakmayacak şekilde, erkeğe nikâhlı eşini dövme ruhsatı vermektedir.

Allah’ın hükmü olan bir âyeti, nasıl emretti ise o şekilde kabul edebilecek nitelikte bir iman ortamından bulunmuyorsak hiçbir şey konuşmaya gerek yoktur. Âyet, açıktır ve yorumsuzdur. Bazılarının, bu âyetteki dövme ruhsatını, evirip çevirerek başka anlamlara kaydırmalarının makul bir tarafı yoktur. Allah, kullarından daha iyi biliyor ve en hikmetli olanı emrediyor. Kur’an, daha iyisi söylenemeyecek şeyler söylemektedir. İman edilir veya edilmez ayrı meseledir ama sonuç budur.

Bunun ötesinde, kadına vurmaya ruhsat veren âyetin bize açtığı ufku değerlendirebiliriz.
Nisa suresinin âyeti, erkek kadın ilişkilerindeki görev dağılımındaki erkeğin yetkilerini tarif etmiyor. Âyet, sınırları aşmış bir kadın tipine karşı erkeğe dayak ruhsatı veriyor. Bu da dayağın normal bir durum olmadığını ama bir hastalık gibi aileye sirayet edebileceğini göstermektedir. Kurulu bir ailenin dağılma sürecine girmesine dair bir durum söz konusudur. Eğer bugün insanlar, ailelerin dağılmasını bir sorun olarak görmüyorlarsa ‘âyet, neden erkeğe dövme ruhsatı veriyor?’ da diyebilirler. Aile, bir yangın yerine döndükten sonraki durumu, koltuklarında yaslananların yorumlaması doğru değildir. Ortada bir yıkılma tehlikesi vardır, ruhsat da o tehlikeye karşı verilmiştir.
Huzur için kurduğu aile ortamında huzurunu kaybeden bir erkeğin elinin kolunun bağlanmasının sonucu nedir? Sinir sistemi bozulmuş, işini aksatan, ibadet lezzetini yitirmiş ve daha da acısı en iyi ihtimalle ikinci bir helale doğru meyletmeye başlayan bir erkek. Eli kolu bağlanmış erkeğin akıbeti budur. Dünya kadınları arasında hangi kadın, iki tokat yemekle ikinci kadını kuma olarak görmek arasında kumadan yana tercihte bulunur? Bir de erkeğin, helal dışı bir yöne kayma riskini dikkate alarak meseleyi düşünürsek, ortadaki sorunun erkeğin kadını dövmesi ile daraltılamayacak kadar ağır bir sorun olduğu görülecektir.

Âyeti, bu pencereden görmeye çalıştığımızda, Kur’an’ımızın bütün âyetleri gibi bu âyetin de tam bir mucize ve tam bir rahmet olduğu görülecektir. Hatta bu rahmet yönü, erkek kadar, dayak yiyen kadın için de rahmettir.

Âyetin, erkeğe verdiği dövme ruhsatı, genel bir ruhsat değildir. Ne, ‘istediğin zaman vur’ şeklinde anlaşılabilir ne de ‘vurabildiğin kadar vur’ tarzında yorumlanabilir. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin Kur’an’ı bize tefsir eden hadisleri bu iki noktayı izah etmektedir. Hiçbir erkek, istediği zaman ve istediği kadar eşine vuramaz. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemi, önündeki örneği olarak gören erkek için böyle bir boşluk yoktur. Onu, aşılamaz örneği olarak göremeyen için ise zaten söylenecek söz yoktur.
Buharî’nin rivayet ettiği bir hadiste (5204) Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, erkeklere hitap ederek, köle döver gibi kadını dövdükten sonra akşam onunla bir yatağa yatma çelişkisine dikkat çekmiştir.

İbni Mace’nin rivayet ettiği bir hadiste ise (1985), erkeklerin kadınları dövmelerine ruhsat verilmiş olmasına rağmen döven erkeklerin ‘iyilerden’ olmadıkları vurgulanmaktadır.
Başka hadislerde de, Peygamber aleyhisselamın kadın dövmediği özellikle beyan edilmiştir.
Yüze vurmayı yasaklayan hadisler de meşhur hadislerdir.
İz bırakacak şekilde vurmak yasaktır.
Dayak ruhsatının çapını göstermesi bakımından gayet dikkat çekici bir bilgi olarak, ‘ne kadar ve ne ile vurulabilir?’ sorusunun cevabını ele alabiliriz: Misvak ile ve on defadan fazla vurmamak şartı ile!
Misvak denen şeyin bir kurşun kalem kadar olduğunu düşünürsek, ortadaki dövmeye ruhsat veren âyetin ne demek istediğini de anlamış oluruz. Müslüman bir erkeğin, âyeti ileri sürerek dövme ve işkence arzusunu tatmin etmesi ise başka bir meseledir şüphesiz. Zalim bir erkeğin zulmüne Kur’an âyetlerini alet etmesi başka bir zulüm çeşididir. Nisa suresinin âyeti, intikam hırsını tatmin etme ruhsatı vermemiştir. Yıkılma tehlikesine karşı aileyi korumak için son bir çare göstermiştir. O çarenin nasıl kullanılacağını da bizzat Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem açıklamıştır. Bunu, ‘aile içi şiddet’ şeklinde isimlendiremeyiz. Bu aile içi iyileştirme sürecidir.
Keşke kadınlar, bu dayak sürecinde masum olsalardı. Keşke erkekler, âyetleri ve hadisleri ihtiraslarına alet etmeyecek kapasitede olsalardı. Keşke dayak olmasaydı… Bu keşkelerin sonu yoktur. Hayat budur. Aile böyle bir dünyadır. Bu bir gerçektir. Yok sayarak ondan kurtulamayız. Kendi kendimize helva yaparak da iş göremeyiz. Yeni keşiflere gerek yoktur. İmtihan bizi kuşatmıştır. Mü’min olmamızın gereklerini yerine getirerek imtihan kazanacağız. Mesele budur.

Nureddin Yıldız Hocaefendinin Milli Gazetede Yayınlanan 28 Kasım 2013 tarihli yazısıdır.

Categories:

Comments are closed