01
“Ben kimim? Nasıl bir varlığım? Nerden geldim? Neden bu âlemdeyim? Bu dünyadaki amacım ne? Nereye gidiyorum?… “ Sorular, sorular, sorular…

 
Ben de asırlardır zihinleri meşgul eden, beynimi kemiren bu sorulara cevap arıyorum her insan gibi. Zira bunların cevabını bulmazsam hayatımı nasıl sürdürebilir, ne olduğumu bilmeden şu fırtınalı hayat denizinde nasıl yol alabilirim? Aynanın karşısına geçtiğimde kendimle yüzleşebilmem ve hayatımın yönünü tayin edebilmem için aradığım bu cevapları bulmak zorundayım.

 
Bunun için işe nerden başlamalıyım? Öncelikle bu soruların cevabını bulduğunu iddia edenlerin ya da öyle zannedenlerin söylediklerini gözden geçirebilir, filozoflar, bilim adamları ve daha pek çok kişinin çıkardığı sonuçlara bakabilirim diye düşünüyor ve dalıyorum kitap sayfalarına. İnsanın nasıl bir varlık olduğunu anlamaya çalışıyorum satırların arasında. Kendimi çözümlemeye çalışıyorum bu karmaşık kelimelerin gölgesinde. Fakat nafile, daldıkça derinlere, düşüncelerim bulanıklaşıyor, daha da büyük bir çıkmaza giriyorum.

 
Acaba gerçekten de insan meçhul bir varlık mı birilerinin iddia ettiği gibi, başı ve sonu bir muamma mı? Bu dünyada yiyip içip eğlenecek, sonra da yok olup gidecek, hiç olmamış gibi olacak bir ceset parçası mı?

 
“Hayır, hayır!” diye haykırıyorum sonra, “İnsan bu olamaz. Bu kadar basit bir varlık olsaydı insan, neden bu dünyadaki her şey onun emrine musahhar kılınırdı ki o zaman?” Dağlardan nehirlere, bitkilerden hayvanlara kadar pek çok mahlûk varken, insanın akıllı ve iradeli bir canlı olarak yaratılmasının hikmeti bu olamazdı. Onun için bu cevapların hiçbirisini kabul etmiyor ne aklım ne de kalbim. İnsan hakkında ulaşıldı sanılan sonuçların aslında kafalardaki hiçbir sorunun cevabını karşılayamadığını, insanı bir meçhule sürüklemekten başka bir işe yaramadığını görüyorum.

 
Bu sebeple benim gibi kısır bir akla sahip olan ve bu aklını asıl kudretle desteklemeyenlerin sözlerinden, fikirlerinden yüz çeviriyor ve beni en iyi tanıyan, hatta beni benden daha iyi bilen o yüce kudretin yönüne dönüyorum. Aslında en baştan yapılması gereken buyken boş yere yanlış yerlerde cevap aradığımı fark ediyorum. Çünkü insanın neden yaratıldığı, bu dünyadaki amacının ve görevinin ne olduğu, aklını ve iradesini nasıl kullanacağı konusunda ona yol gösterecek olanın o insanı yaratandan başkası olamayacağını, daldığım satırların arasından çıktıktan sonra çok net bir şekilde anlıyorum.

 
Kendimi çözebilmemin tek yolunun Allah Teâlâ’nın insana doğru yolu göstermesi için gönderdiği Kur’an-ı Kerim’de ve beşeriyetin son, mükemmel kılavuzu olan Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin sözlerinde olduğunun idrakiyle okuma başlıyorum asıl hayatı. Okudukça kendimi buluyorum, gayemi çözüyorum, yaşadığım anın farkına varıyorum, durmam gereken yerin neresi olduğunu anlıyorum. Ve kendi kendime diyorum ki:“Kendini bulman için çok uzaklara gitmene gerek yok, sana en yakın olanın sözlerine kulak ver, kendini ve geleceğini bulacaksın. Şimdi dön de bak asıl bakman gereken yere, orada şunları göreceksin:

 
Sen insansın. Rabbi’nin eşrefi mahlûkat olarak yarattığı, yeryüzünü imar etmekle görevlendirdiği, adaleti tüm dünyaya hâkim kılacak, Allah’ın sözünü şu kâinatta son söz yapacak olansın. Çünkü Rabbin bu görev için seni seçti, sana “Halifem” dedi, seni bundan sorumlu tuttu. Senden bu görevinin idrakinde bir hayat yaşamanı istedi. O hâlde bu konumunun farkına var, kim olduğunu anla ve yoluna öyle devam et.

Merve Tüfekçi / ElifElif “İbadet ve Kulluk” Yaz Sayısı (2016-1437)

Elifelif İrt: (0212) 417 7775 – (0212) 418 32 54

Categories:

Comments are closed