“Sır gönülde mahfuz,
Aşikâr sırra aşinayız biz!”
Sır Kelimesi Arapça “sırr” kökünden gelip bir şeyin en iç veya orta kısmı, yürek, giz manasındadır.
Nurettin Topçu: “Bizde gizlenmiş bir Allah sesi var, ona kalp diyoruz.” derken,
Niyazi-i Mısri: “Soyup bin pare eden şişe-i kalbi celâlindir,
Yine her paresinden görünen rûy-ı cemâlindir.”

(Kalp şişesini soyup bin parça eden celâlindir,
Yine her parçasından görünen cemâl yüzündür.) der.

 

Yunus Emre ise: “Kalp aynasından nazar ettim
Görünen hep dost yüzü.
Dilim dahi ayırmaz ondan sözü.
Ayırmam ben ondan gözü”
diyerek kalbe mukabelede bulunur.
Kalp; Topçu’nun, Mısri’nin, Yunus Emre’nin ve daha nice sesin kelam giydirip anlatmak istediği tecelligâh, Rabbimizin nazargâhı. Biricik hakikat sırrını saklayan maden. Sır; her basamağında cennetler keşfedilecek, içimize ezelde nakşedilmiş nefes. Derinine yerleşip dindiğimiz, sığındığımız Sevr. Durup dinlesek, her atımında Yaratıcısını hamd ile tesbihine şahit olacağımız, zakir. Bir an geri durmadan “Allah, Allah, Allah! ” nidasıyla bedenimizi sarsan sonsuzluk. Bu sır, bin bir sofrada aranılıp da bulunmayan soğuk şerbetler gibidir içimizin pınarlarında. Gürül gürül çağlar hiç durmadan, bir an yorulmadan. Her seferinde başka bir esmanın abasıyla süslenir, yeşillenir.

 

 

Rabbimiz Kur’n-ı Azîmüşşan’da bizlere şöyle seslenir:
“Gerçek şu ki, gözler kör olmaz lakin göğüsler içindeki kalpler kör olur.”

“Onlar; ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah’ı zikrederler; göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin tefekkür ederler ve ‘Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru!’ derler.”

 

 

Göz, kalbin penceresi hükmündedir. Bakmasını bilen göze her şey Rabbini hatırlatır. Göz seyreder, gönül muhabbete gark olur. Bir gölgenin düşüşünde, bir kuşun kanat açışında, başağın boyun eğişinde, ırmakların akışında, dağların duruşunda, gökyüzünün kandillerinde, gülün rayihasında, yunusun karnında, ağacın koynunda, yağmurun bereketinde, gece ile gündüzün arka arkaya sıralanışında, zeytinin çekirdeğinde, incirin kokusunda, yüreğimizin merkezinde, gözümüzün bebeğinde an be an Hak Teâlâ’nın tecellisi vardır. Cümle mahlûkat kalbimizle bir olup çekirdeğimize işlemiş bu sırrı haykırır.
Sırların sırrını saklayan sırdır kalp. Et parçasından çok daha fazlasıdır. Muhabbetgâhtır. Dostluk makamıdır. Daim Sevgili ile hemhâl olunan, muhabbet ateşine pervane olunan yerdir. En Sevgili’nin Celle Celaluhu sarayıdır. Buna binaen Yunus:
“Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil.” der.
Gönül demişken Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem kokusunda yetişmiş bir nesilden; murakabe ile yoğrulmuş bir gönlü, Tabiînin büyüklerinden Nâfi anlatsın bize:
“Abdullah bin Ömer radıyallahu anh, bir gün birkaç arkadaşı ile Medine-i Münevvere dışına çıkmışlardı. Yemek vakti gelince sofra hazırladılar. O sırada köle olan bir çoban selam verdi. İbni Ömer, çobanı yemeğe davet etti. Çoban oruçlu olduğunu söyleyip sofraya oturmadı. İbni Ömer ona: ‘Bu çok sıcak günde hem koyunları otlatman hem de oruç tutman nasıl oluyor?’ diye sordu. Çoban da: ‘Bu hâlde çok günler oruç tuttum.’ dedi. İbni Ömer, onu denemek için: ‘Koyunlarından birini satar mısın? Hem parasını hem de iftar etmen için etinden veririz?’ buyurdu. Çoban: ‘Koyunlar efendimin.’ deyince İbni Ömer radıyallahu anh, ‘Efendine kaybolduğunu söylersin.’ buyurdu. Çoban tam bir teslimiyetle: ‘Allah Teâlâ görüp biliyor.’ dedi. Abdullah bin Ömer, çobanın sözünü birkaç defa tekrar ettiler. Medine’ye döndüklerinde, çobanın efendisine birisini gönderip sürüyü ve çobanı satın aldılar. Onu azat ederek koyunları da ona hediye ettiler.”
Ne mutlu kalbinde Allah’ı bulanlara! Ne mutlu kalbine varanlara.
“Rabbimiz! Bizi hidayete erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize katından bir rahmet bahşet. Şüphesiz Sen, çok bahşedensin.”
Âmin!

 

ElifElif Dergisi – Sizden Gelenler/ Ayşe Esbulat

Categories:

Comments are closed