İnsanlığa dair olan sorunlar her devirde ilgimizi çekmiştir. İnsan ve onun varlığı tarihteki dert ağlarına her zaman takılmıştır. Bu dünyada istisnası olmayan bir şey arandığında gözleri insanlığın dertlerine çevirmek, bizi doğru cevaba götürecektir. İlk insan olan Âdem aleyhisselamdan başlayan bir gerçek takvim incelendiğinde derdin, insanın varlığı ile birlikte bu dünyaya gönderildiğini anlarız.

 

İstisnasız dertli yaratıklarız…

 

“Dertliyiz.” dedik, “Derdimiz var.” dedik ama bu meseleyi kavramak da bizim için bir dert oldu. Dertler, peşinden çözümleri beklerken biz ona ağıtlar yakmayı tercih ettik. “Dert insanı söyletirmiş.” dedik ve başladık söylenmeye. Bir nesil uçurumun eşiğine doğru giderken daha ölmemiş evlatlarımız için gözyaşı döktük. “Ne yapalım?” sorusuna verilen cevaplar sadece bizi derdimize çözüm üretmek yerine derdimizin edebiyatını yapmaya itmiş, ne yazık ki bu edebiyatlar da söylevden öteye geçememiştir.

 

Bu sözleri söylerken Ümmet’in cihat potansiyelinin en yüksek olduğu “Edebiyat” alanını küçümseyerek söylemiyorum. Söz etmek istediğim, bunun bir karakter hâlini alması. Sürekli bir mağdur edebiyatını oynuyoruz. Ne yazık ki bir neslin bu yaptığı edebiyat, yetiştirdikleri nesil için tembel olmanın yollarını ardına kadar açmış bulunuyor.

 

Bu Ümmet’in en büyük problemi; problemleri üzerinden edebiyat yaparak kurtarılmayı bekleyen bir dünyaya zaman kaybettirmek. Artık edebiyat faslını bir kenara bırakmalı ve şu çığ çığ büyüyen yangını söndürme planları yapmalıyız.

 

Elbette bu planları yaparken gerçekliğin yüzde yüz telakkisi olan ve Allah Teâlâ’nın yeryüzündeki en büyük projesi “İslam ile insanlık inşası”nı ilk basamağa koyarak yol almalıyız. Bu gerçekliğin bize sunacağı manzaralardan biri de dertsiz bir dünya arayışının hayal olduğudur.

 

Dertsiz bir dünya teoremi, cenneti dünyada yaşamak kadar uzak bir ütopyanın ürünüdür. Dertlerimize önce gerçeklik penceresinden bakıp daha sonrasında penceremizin bize sunduğu manzarayı seyrettiğimizde gördüklerimizin bizi tatmin etmeyeceği, insanlığımızın belki de ilk mayası olan vicdanımızın bir getirisidir. Bu manzarayı seyreden her bir insanın yeryüzüne bırakacağı iki çift gözyaşı vardır. Dünya aynı anda kışı ve yazı yaşamakta ve yazı yaşayanların bir kışın var oluşundan habersiz oluşları ortadadır. Batı kapitalizminin desteği ile refah dağının zirvelerine tırmanırken ayaklar altına alıp bir destek vazifesine tabi tuttukları insanlar bu refah dağının yükü altında âdeta inlemektedir. Bu iniltiler kimi zaman evlerimizin hemen yanı başında yükselirken kimi zaman adını bile bilmediğimiz coğrafyalardan yükselmekte. İnsanlık borsada bir değer teşkil etmediği için yükselişin altın ve euro üzerinden hesaplanmasının bedellerini dünya çok ağır ödemektedir.

 

Bunların tümünü ortadan kaldıracak planlar yapılabilir ancak dertsiz bir dünya planı diye bir plan bu gerçeklik penceresinin manzarasından, arasında cennet kadar mesafe olacak bir uzaklıktadır.

 

Penceremiz ve manzarası şuracıkta duruversin, biz de dertli sinelerle masamızın başına dönelim. Kolları sıvayalım ve şu kâğıda birkaç derman olabilecek satırlar düşelim, düşelim ki edebiyat yapmanın ötesinde bir icraat gösterebilelim.

 

Öncelikle ilk hedef olarak artık dertlerimizin edebiyatını yapmaktan kurtularak çözüm üretme aşamasına geçilmeli ve bu kısır döngü bir yerinden kırılmalıdır. Bu kısır döngü kırıldı ve artık çarkın döndüğünü görüyorsak ikinci adım olarak gerçekçi düşünerek bu çözümleri incelemeli, gerçekliğe ters düşecek hayaller yerine Sünnetullah’a uygun planlar yapmalıdır.

 

Sunnetullah’a uygun plan nasıl yapılır?

 

Bir; seferin bizden olduğu şuuru, zaferin Allah Teâlâ’dan olduğu gerçeği ile yapılır.

 

İki; bu planda hayal kırıklığı yoktur. Başa gelenlerden ders alma alınan bu dersler ile sağlam adımlar atma vardır.

 

Üç; bu sefer boyu bir azık gerekir, bu azık hem ruhumuza hem bedenimize şifa olacak ilimdir. Bu ilmin başı hiç şüphesiz Kur’an’dır. Hemen peşinde Sünnet vardır. Hemen akabinde ise Ümmet’in icması vardır. Bu üç madde birbirinin dinamosudur. Artık çarkımız Sünnetullah’a uygun çalışıyorsa bu çark gerekli alanlarda kullanılabilir durumdadır.

 

Görüldüğü gibi çarkın önündeki ilk engel, bizim hayıflanmalarımızdır. Bu hayıflanma ortadan kalktığında çark dönmeye başlamış ve yosun tutmuş kısımları dahi zamanla asli benliğine kavuşmuş olacaktır. Hiç şüphesiz bu çark yine arızalanacak ve gerekli tetkikler yapılarak tamir edilip bir sonraki bozulma sürecine kadar bu çarkın işleyişinden tüm kâinat istifade edecektir.

 

Bize düşen bu çarkı bir teftişe tabi tutmaktır. Sürekli kontrol altında olan bir çarkın arızası hemen bulunabilirken başıboş bırakılmış bir çarkın ne zayiatlar verdiğini tahmin etmek bile zordur. Bu teftişin ihmal edilmesindeki zayiat Endülüs’te hâlâ gözler önündedir.

 

Zaman, artık edebiyatı bırakma vakti; kabiliyetler doğrultusunda iş yapma vaktidir. Zaman, çığ çığ büyüyen yangına su dökme vaktidir. Zaman, bu yangına su olma vaktidir. Bunu kimin yapacağının cevabı “ben”dir. Bu yapılanı kimlerin göreceğinin cevabı ise dağların haşyetten dayanamayacağı, kâinatta benzeri bulunmayan bir mucizenin içindedir. Cevap, Rabbu’l Âlemîn’dendir. “De ki: “Ey tevbekârlar, çalışın! Çünkü yaptıklarınızı Allah da Resûlü de mü’minler de görecektir. Hepiniz mutlaka gaybı ve hazırı bilenin (Allah’ın) huzuruna çevrileceksiniz ve o zaman ne yapmış olduğunuzu O, size haber verecektir.”

 

ElifElif Dergisi-Sizden Gelenler / Nurgül Selcan Kesgin

Categories:

Comments are closed