18 (1)
Okumaya başladığınız bu yazı, bir varsayım üzerine kuruludur. Ancak aynı zamanda da her Müslüman’ın olmasını temenni edeceği şeylerdir. Şöyle ki Ebu Hanife, tüm ilim otoriteleri tarafından fıkhın babası olarak kabul edilen, imamların azamıdır. Onun fıkıh alanında otorite olduğu, ona dost ya da düşman olsun herkes tarafından tasdik edilmektedir. Asırlardır gerek erkek gerekse kadın binlerce insan, onun metodunu takip ederek dinlerini yaşamaya çalışmaktadırlar. Biz bu yazımızda “Acaba Ebu Hanife Ümmü Hanife olsaydı yani kadınlardan böyle bir âlim çıkmış olsaydı, bugün dünyadaki Müslümanların durumu nasıl olurdu? Kadınlar daha mı fazla ilim dünyasında yer alırlardı? Ya da hükümler daha mı farklı olurdu? Ümmü Hanife fıkha bir kadın gözüyle bakarak ona göre mi hüküm verirdi?” gibi soruların cevaplarını bulmaya çalışacağız. Ancak bu soru ve cevaplar yalnızca birer varsayımdan ibarettir ve mutlak gerçek değildir.
Öncelikle şunu çok iyi tespit etmemiz gerekir. Ebu Hanife’yi Ebu Hanife yapan şey, Allah’ın dinine olan bağlılığıdır. O Kur’an ve Sünnet’in bulunduğu yerde asla başka bir kaynağa başvurmamış, bunlarda bulamadığı konularda Ümmet’in icmasını ve sahabe görüşlerini kendisine delil olarak almış, bunların hiçbirisinin bulunmadığı alanlarda ise Ümmet’in meselelerine çözüm bulabilme adına, yine bu kaynaklar ışığında kendi rey’ini kullanmıştır. Kendi yaşadığı zamandaki meselelere çözüm bulmakla yetinmemiş, asırlar sonra insanların karşılaşabileceği onlarca mesele hakkında bile hükümler çıkartmış ve Ümmet’e büyük bir ilim mirası bırakmıştır. O, kendisinden önce gelenlerin ilimlerini düzenleyerek fıkıh ilminin müstakil bir isim ile anılmasının müsebbibi ve bu işi ilk başlatan kişi olmuştur. Asırlardır da fıkıh denilince herkesin aklına gelen ilk isim odur. Allah ondan razı olsun.
Burada önemli bir noktaya değinmek istiyoruz. Eğer bu işi başlatan kişi Ebu Hanife değil de Ümmü Hanife olsaydı, Ebu Hanife’den farkı ne olurdu, fıkhın hüküm ve prensipleri açısından bir farklılık ortaya çıkar mıydı gibi sorular, bu varsayımı düşününce ilk olarak insanın aklına takılan sorulardır. Ancak bu konuda şunu bilmemiz gerekir: Ebu Hanife’yi Şeriat hangi çizgide tuttuysa Ümmü Hanife de olsa aynı çizgide duracaktı. Şu kadar ki hükümlere kadın gözüyle bakması ve ince detayları da düşünmesi, belki bakış açısı olarak bir takım farklılıklara sebep olabilirdi. Mesela; şu an kadınların en iyi bilmeleri gerektiği hâlde en cahil kaldıkları konu olan kadınlara ait hayız, nifas gibi özel hâller konusunda çok daha fazla çalışma yapabilirdi. Ama bu, hükümlerin esnetilmesi, gevşek tutulması ya da daha katı olması gibi bir sonuç ortaya çıkarmazdı. Zira o da ortaya koyacağı hükümlerde Şeriat çizgisinden dışarıya çıkmazdı. Kur’an ve Sünnet onun da ilk kaynağı olur, icma ve sahabe sözlerini o da ön planda tutardı. Yani o da Ebu Hanife’nin baktığı yerden meselelere bakardı.
Öyleyse Ebu Hanife Ümmü Hanife olsaydı kadınlar açısından bu ne ifade ederdi? Kadınlar bugünkü cehaletleri üzere yaşamaya devam mı ederlerdi? Yoksa bu, kadınların ilim dünyasına aktif bir şekilde katılımlarını mı sağlardı? Bizim asıl amacımız bu gibi sorulara cevap aramaktır. Bu konuda birkaç madde ile kadınlar açısından bunun ne gibi değişikliklere sebep olabileceğinin cevaplarını arayalım:
Kadınların bugünkü durumlarına baktığımızda ilim dünyasından tamamen çekildiklerini görüyoruz. Bunun pek çok sebepleri vardır elbette. Mesela; ilmi erkek branşı olarak görmeleri, yetiştirme tarzından da kaynaklanan kendilerine güvensizlikleri ve kendilerini yetersiz zannetmeleri, evlilik, vb. sorumlulukların ağırlığı sebebiyle ilim yapılamayacağı düşüncesi gibi nedenler, bunlardan yalnızca bir kaçıdır. Bu vb. pek çok nedenden dolayı kadınlar cehaletin kaderleri olduğuna inanmışlardır. Kadınların dünyasında din, kulaktan dolma yanlış bir takım bilgilerle yaşanır hâle gelmiştir. Kadınlar, hükümlerini en iyi bilmeleri gereken hayız, nifas, istihaze gibi konularda bile cahil durumdadırlar. Öyle ki asırlardır ilmini ispatlamış bir kadın âlimeden söz etmek mümkün değildir. Elbette bunu hiç yoktur manasında söylemiyoruz. Ancak olanlar da sayıca çok azdır. Ayrıca akademik olarak bu konuda yetişmiş çok kişi vardır ama bunlar otorite olabilecek seviyede değillerdir. Zira bu kişiler Ümmet’in bağrına basıp kabulleneceği bir ilmî alt yapıya sahip değillerdir.
Kadınların içinden de Ebu Hanife gibi biri çıksaydı kadınların durumu bu şekilde olmazdı. Nasıl ki Ebu Hanife’nin arkasından binlerce talebe yetişip onun hükümlerini tartışarak yeni meseleler ürettiler ve onun yolunu takip ettilerse Ümmü Hanife de olsa aynısı olacaktı. Kadınlar Ümmü Hanife’nin yolunu takip edecek, ilim dünyasında aktif bir şekilde rol alacaklardı. Aslında kadınların ilim dünyasında bulunmaları için illaki Ümmü Hanife olması gerekmez. Zira bir Müslüman açısından ilmini ispat ettikten sonra böyle bir makamda erkek ya da kadının bulunması arasında bir fark yoktur. Ancak bir kadının o seviyede bulunması kadınları biraz daha fazla aktifleştirebilirdi ve erkek-kadın tüm insanların zihinlerindeki “Kadından âlim olmaz.” şeklindeki tamamen batıl olan önyargı yıkılabilirdi.
Ayrıca kadınlar ilim alanında aktif bireyler olduklarında, kendilerine olan özgüvenleri de yerine gelirdi. Ancak bundan kastımız erkeği bile yok saydıran günümüzdeki özgüven anlayışı değildir. İş hayatında üst derecelere çıktıkça ya da bilgi olarak bir seviyeye geldikçe başta eşi olmak üzere çevresini küçük görmeye başlayan bir anlayışı kastetmiyoruz. Bizim kastımız, kadının ilmi açıdan “Benden âlim olmaz. Ancak bir âlimin talebesi ya da dinleyicisi olur.” şeklindeki yanlış düşüncesinin ortadan kalkmasıdır. Bu açıdan bakıldığında kadınların ilim almaları açısından önlerinde bulunan engelleri aşmaları, onların güvensizliklerini ortadan kaldırır ve daha büyük hedefler peşinde koşmalarını sağlardı.
Kadınların aktif bir şekilde ilim dünyasında bulunmalarının çok önemli bir faydası daha olurdu. Şöyle ki kadınların kadınlara ulaşması ve onları etkilemesi daha kolaydır. Bir erkeğin kadınlara ilim öğretebilmesi için önünde özellikle mahremiyet açısından pek çok sorun vardır. Nasıl ki erkek bir âlimin erkeklere ilim öğretmesi daha kolaysa aynı şekilde kadınların da kadınlara ilim öğretmesi daha kolaydır. Erkek hocalar evlerin içine kadar girip kadınlara dinlerini öğretemezler. Bunu yapabilecek olan kadınlardır. Ayrıca kadınların birbirlerinden etkilenmeleri de daha kolaydır. Günümüzde bunu şu şekilde müşahede ediyoruz. Günümüzün en önemli değeri diploma sahibi olmak olduğu için okumuş, diploma sahibi bir bayan, kadınları çok çabuk etkiliyor. Konuşmaları daha iyi dinleniliyor. Böyle bir kadının konuşmasını dinledikten sonra kadınlar hemen kendilerine ya da çocuklarına o kişiyi rol model olarak gösterebiliyorlar. Öyleyse ilim de gündem olsa kadınlar önlerinde ilmî seviye olarak yükseklerde olan, kendilerini ispatlamış kadınları görseler bundan etkileneceklerdir. Ve bu âlime kadınlar çok rahat bir şekilde kadınlara dinlerini öğretebileceklerdir. Kadın nesli de günümüzde olduğu gibi bir meçhule sürüklenmeyecektir.
Ancak buradaki en temel sorunlarından birisi; kadınların önlerinde model olmaması meselesidir. Bununla şunu kastediyoruz. Kadınların çevrelerinden çok fazla etkilendikleri bilinen bir gerçektir. Zira kadın fıtratı itibariyle çevresindeki güzelliklerden de çirkinliklerden de etkilenir ve bunu da yaşantısında uygular. Kadının bu yönünü çok iyi bilen bir takım güçler bunun karşısına çok iyi silahlarla çıkmışlar, kadının bu yönünden istifade ederek İslam toplumun bozmaya çalışmışlardır ki hâlâ bu projelerini sürdürmektedirler. Özellikle son bir asırda kadınların önüne yeni modeller konulmuştur. Annelik küçük gösterilmeye çalışılmış, çalışan kadın olması yani evinden çıkması için teşvik edilmiştir. Bunu yapmak için de televizyonu çok iyi bir araç olarak kullanmışlar, kadını renkli dünyalardaki sahte hayatlara, lükse, debdebeye, şatafata özendirmiş ve bunları elde etmek için evinden çıkmasını teşvik etmişlerdir. Çalışan kadın modern olarak takdim edilirken, evinde olan kadının bir şeyi beceremeyen pasif bir varlık olduğu ve erkeğin kölesi olduğunu empoze etmişlerdir. Bu planlarının başarıya ulaşıp ulaşmadığını ise çevrenize bakarak anlayabilirsiniz.
Bu noktada Müslüman karakteri manasında, kadınların örnek alabileceği pek çok şahsiyet vardır elbette. Mesela; Âişe radıyallahu anh, Hafsa binti Sirin gibi. Ya da tarihte ilim dünyasında yer alan diğer kadınlar gibi. Ancak bu konudaki sıkıntı, yaşadığımız çağda örneğin bulunmayışıdır. Bu niçin bu kadar önemlidir? Çünkü insanlar geçmişte yaşayan şahsiyetlerin hayatlarını dinlerler. O şahsiyetlerden etkilenirler. Ancak o kişileri görmedikleri için ve yaşadıkları zaman farkını da göz önünde bulundurarak bu etkilenme çok kısa sürer. Kendi hayatlarına döndüklerinde onların zamanında bir şeyler yapmakla bu zamanda yapmanın daha farklı olduğunu zannına kapılırlar. Oysa bu böyle değildir ama insanların geneli bu şekilde düşünür. Bu sebeple kendi çağında yaşayan, kendi problemlerinin benzerlerini aşmış ve bir seviyeye ulaşmış olan kişilerin etkisi, çok daha uzun süreli olmaktadır. Bu konuda kadınların özenip de onun gibi olmak isteyeceği ya da çocuklarının öyle olmasını isteyeceği örnek yoktur. Buradaki açığı da batıl, yukarıda değindiğimiz gibi başka şekilde kapamış, kadınların önüne çalışan kadın portresini koymuştur. Bu sebeple Ümmü Hanife olsaydı kadınlardan daha fazla âlime çıkacak, her devirde pek çok kadın onu kendisine örnek alacak, onun gibi olmak için gayret gösterecek ve ilim kadınların gündeminde kalmaya devam edecekti. Böyle olunca da kadınlar sahte gündemlerin peşinde koşmayacaklar, gündemleri Ümmü Hanife’nin ve onun her dönemdeki talebelerinin nasıl bu seviyeye çıkabildiği, bunun için nasıl çalışmalar yaptığı vb. konular olacaktı.
Aynı şekilde kadınların ilim dünyasında rol almaları hâlinde onları etki altına almak günümüzdeki kadar kolay olmayacaktı. Zira ilim, bir kadının etki altına alınmasını zorlaştırır. Bilen bir kadın, önüne sunulan şeylere kapılmaz, taviz vermez ve bildiği doğruları savunmaktan da asla vazgeçmez. Ancak cahil bir kadın kendisine dayatılan şeyleri karşı koymaksızın kabullenir, önüne sunulan hayat tarzını yaşar ve farkında bile olmadan toplumun bozulmasının ana sebeplerinden birisi hâline gelir. Bu sebeple kadınların ilim ehli olmaları, kadınları bozarak İslam yapısını yıkmak isteyenlere karşı, bu yapının daha sağlam olmasını beraberinde getirecekti ve kadınlar bugün olduğu durumlarından çok daha farklı konumda olacaklardı.
Bir diğer değişiklikte nesillerimiz açısından olurdu. Öyle ki günümüzde nesil yetiştirme sorumluluğu olan anne babaların çocuklarının önüne koydukları hedefler çok kısa mesafelidir. Dünya hayatında iyi bir şekilde yaşamalarını sağlayacak iyi bir iş ve bunu sağlayacak iyi bir okulda okumak yani diploma sahibi olmak, anne babaların ufkunun ne kadar dar olduğunu göstermektedir. Çocuklarını tüm insanlığı umdesinde barındıracak geniş bir yüreğe sahip olup büyük idealler peşinde koşmalarını sağlayacak, onların ilim ehli olmaları için mücadele edecek, bunun için de gerekirse oturduğu şehri değiştirecek, insanların kınamalarına aldırmadan hedefinin peşinde koşacak ve bu yolda her türlü sıkıntıyı göze alacak anne babaların sayısı maalesef oldukça azdır. Eğer Ümmü Hanife olsaydı ve onun arkasından binlerce kadın da bu ilim dünyasında bulunsalardı bu kadınlar çocuklarının kendilerinden çok daha ileriye gidebilmeleri için öncelikle bunu sağlayacak bir aile ortamı oluşturacaklar, yavruları daha karınlarındayken onları Allah’ın dinine adayacaklar, bu adaklarını yerine getirebilmek için de doğurduklarını bu konulara yönlendireceklerdi. İlim ehli kadınlar çoğaldıkça, toplumun bozulma oranı azalacaktı. Çünkü bu kadınlar sadece kendi çocuklarının dini yaşaması ile yetinmeyecek, çevrelerindeki kadınları da bu konuda bilinçlendireceklerdi. Bunun neticesinde de oradan oraya sürüklenen bir nesil olmayacaktı yeni gelen nesiller.
Ayrıca bu konuyu bir açıdan daha ele almak istiyoruz ki o da günümüzde yalnızca kadınların değil, erkeklerin de en büyük problemlerinden birisi olan hayatlarında dengeyi oturtamamaları meselesidir. Biz bu konuyu kadınlar açısından değerlendirmek istiyoruz. Öyle ki çalışan kadınlar açısından baktığımızda iş hayatı hayatlarının büyük bir çoğunluğunu işgal ettiğinden kadınların eş, çocuk ve evlerine ayırdıkları vakit çok sınırlıdır. Bu da eşlerin aralarındaki iletişimin kopma noktasına gelmesine ve sorunlu bireylerin yetişmesine sebep olmaktadır.
Diğer yandan ev hanımlarına baktığımızda iki farklı uç olduğunu müşahede etmekteyiz. Bir tarafta hayatı sadece evinden ve ailesinden ibaret görüp kendisini ilmi açıdan geliştirmek ya da insanlara faydası olacak bir şeyler yapmak adına hiçbir adım atmayan kadınlar vardır. Bunların hedefleri ve idealleri de yaşadıkları ev kadardır. Böyle bir evden Ümmet’in gözbebeği olacak bireylerin yetişmesini beklemek yalnızca bir hayaldir. Diğer taraftan da ilmî açıdan bir şeyler elde etmeye çalışan, bunun için oradan oraya koşturan ve sadece kendisini düşünmeyip insanlara da faydalı olmak için uğraşan kadınlar vardır. Bu kadınlar diğerlerinden çok daha büyük hedef ve ideallerin sahipleridirler. Ama aile, ilim ve hizmet arasında denge kurmak açısından bu grupta da sıkıntılar mevcuttur.
Bu sıkıntıların sebebi de kadınların kendileri için zarurî olan şeyler yerine zarurî olmayan uğraşlarla meşgul olmalarıdır. Oysa fıkıh gibi kendisi için zarurî olan şeyleri bildiren ilimlerle meşgul olan ilim ehli bir kadın, bu dengeyi nasıl oturtması gerektiğini de çok iyi bilecektir. İslam’ın onu ilimden ya da hizmetten alıkoymadığının, ancak bunu yaparken de kadınlık görevlerini ihmal etmemesini istediğinin idrakinde olacak ve bu dengeyi ona göre ayarlayacaktır. Görevlerini birbirlerine ezdirmeden yerine getirdiğinde Allah Teâlâ’nın bundan hoşnut olacağını bilecektir. Bu sebeple kadınların ilim ehli olmaları daha dengeli bir hayat yaşamalarını da beraberinde getirecekti.
Buraya kadar okuduklarınız birer varsayımdan ibarettir. Doğru. Ancak bu saydığımız maddelerin hepsi, ilim aşığı kadınların yapmaya güç yetirebileceği şeylerdir. Hiçbiri hayal mahsulü değildir. Geçmişte ilmin zirve olduğu dönemlerde bu saydıklarımızın hepsi ilim ehli olan insanlar tarafından gerek erkek gerekse kadın olsun uygulanmış, hayata geçirilmiş şeylerdi. Her yerde ilmi meselelerin konuşulduğu, insanların ilmi bir meslek olarak değil, din olarak gördükleri zamanlarda toplumun kalitesi de o oranda yüksekti.

 

Kadınların çeyizlerine incik boncuk değil, İmam Şafi’nin kitaplarını aldıkları zamanları da yaşadı bu Ümmet.
Çağımızdaki bozulma sebebiyle biz bunu anlayamasak da kadınların ilim dünyasında bulunmaları bu tür değişikliklere, belki de bunlardan çok daha fazlasına sebep olabilir. Zira kadın, toplumu yönlendiren en önemli etkenlerin başında gelmektedir. Allah’ın emrettiği ilim ehli kadınların çok olduğu bir toplumda bozulma oranının da düşük olacağı su götürmez bir gerçektir. Bu sebeple Müslümanlar Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemi kendilerine örnek alarak kadınların eğitimine yatırım yapmak zorundadırlar. Bu sadece kendi zamanlarını ilgilendiren bir konu değildir. Etkisi gelecek nesiller üzerinde görülecek bir hakikattir. Bu sebeple toplumun -ki özellikle kadınların- kalitesinin yüksek olmasını evlerde, toplantılarda, İslamî çalışmalarda kısaca her yerde ilmin gündem olmasını, insanların birbirlerini bu konuda teşvik etmesini ve Ümmet’in kadınıyla erkeğiyle geçmişin mirasına sahip çıkarak geleceği inşa etmesini istemek, böyle bir toplumun oluşması için mücadele etmek, bizim kulluğumuzun gereğidir. Allah Teâlâ’nın bu yolda çalışma yapan tüm Müslümanların yolunu kolaylaştırması temennisiyle…

 

Merve Erturan / ElifElif “Ailede İlim” Bahar Sayısı (2015-1436)

Elifelif İrt: (0212) 616 49 17 – 0542 482 56 76

Categories:

Comments are closed