İçim acıyorken kimsecikler bilmiyordu. Geceleri uykum gelmiyorken sabah niye bu kadar gecikiyordu.

 

Saatler geçmek nedir bilmiyor, duaya sarılıyordum.

 

Göğüs kafesi sıktıkça sıkıyorken “Hani nerede oksijen mi kalmadı, neden boğuluyorum sanki?” ama hâlâ kalbim çarpıyordu hem de boğazımda atar gibi uzadıkça uzuyor üzerime çöken yorgunluk, hâl bırakmıyordu. Soruyorum kendime “Önceden kısa olan geceler bu kadar uzun muydu?” Değildi, evet değildi biliyorum. Gündüzlerim, gece kadar değildi. Uyanıkken, hiç olmazsa ağrı içinde kıvranırken kâbuslar görmüyordum.

 

Ve yine sağıma döndüm dilim duada, soluma döndüm dilim duada!

 

Penceremden bakarken insanlara, meğer her şeye rağmen hayat devam ediyormuş; yüzlerde tebessümler, latifeler, yemeler, içmeler, gezmeler, okullarına gidenler, işlerine gidenler, herkes dökülmüş yollara; yine dilimden iki cümle dökülüverdi: “Demek her şeye rağmen hayat devam ediyormuş.”

 

Umursamaz olan insanları artık aklıma getirmiyorum. Bir zamanlar etrafımda olanlar, “Biz her daim yanındayız.” diyenler artık aramaz sormaz oldu. Biliyorum; eskidim artık, miladım doldu. Hani Eyyub aleyhisselam da sadece eşi ile yalnız kalmıştı ya! Demek böyle oluyormuş.

 

Hani gelsen; sohbet etsem bile dünya hayatının zevkleri, haberi, meşgalesi yok yanımda ve sohbetim ne kadar olacak ki? Kendimi anlatsam anlaşılmıyor ki, çektiğim acı görülmüyor ki, çok da sıkmak istemem neden dinlenilsin ki. Asla şikayet değil bu bendeki, hâl hatırı sorulunca; “Hâlim bu dersin.” ya işte ondan bu kadar!..

 

Acizim ama sadece beni Yaradan’a, elhamdülillah!

 

Her şeye rağmen hayat devam ediyor. Bedenim yataklarda olsa da, gözyaşlarım içime aksa da bu dünyanın ezasını burada ve sabrımın sonunu, sevinçlerimi ise ahirete bıraktım. Allah (ﷻ) bizimledir.

 

Ve Allah (ﷻ) sabredenlerle beraberdir.
Bunca sunulmuş nice nimetin ecrini umuyor ve hastalığa yakalanmak ve bundan dolayı ecirlerini çoğaltması; kişiye sunulmuş bir fırsat olarak görüyorum, tıpkı diğer imtihanlarda olduğu gibi.

 

Küçücük şeylerin ne kadar değerli olduğunu hasta insan ancak daha iyi anlar. Gökyüzündeki, yeryüzündeki her bir güzelliği ve öncekinden daha güzel ve özlenir oluşu; güneşi, rüzgârı, havayı solumak ne büyük nimetmiş meğerse! Ya sabah öten kuşların, yaprakların hışırtısı, dalgaların kayalara vuruşu.

 

Çiçekler dalında güzelmiş, derler; asıl güzellik onları seyre dalıp güzelliğe iştirak etmek, iç çekip “Elhamdülillah” demekmiş bunca güzelliklere.

 

Kırmadan dökmeden her gördüğünüzde sevdiğinizi söylemekmiş sevdiklerinize; elinden tutmakmış, sevdiklerini gözlerinin içine bakmakmış çünkü hayat; bir varmış, bir yokmuş.

 

Hani ne kadar şükrediyoruz? Ellerimizin, ayaklarımızın, gözlerimizin gördüğünü, yüreğimizin hissettiğini ve bunca şeyin nimet olduğunu kaybedince mi anlamak zorundayız?

 

Bulutları gördüm, güneşi de; havayı soludum ve hayat devam ediyor her bir telaşesiyle!

 

Be hey insan, unutma!

 

“Sakın gafillerden, kaybedenlerden olma!

 

Dünyadaki sonun gelmeden doğan güneşi seyre dal da nice yataklarda o seyri göremeyenlerin yerine de bir bak!

 

Çünkü her şeye rağmen hayat devam ediyor.

 

ElifElif Dergisi – Sizden Gelenler / Hacer Çebiç

Categories:

Comments are closed