01
İletişim, yaşam kalitemizi belirleyen en önemli faktörlerden bir tanesi. Ve sürekli olarak çevremizle, çevremizdeki insanlarla, kendimizle, Mevla ile ve farkında olmadığımız canlı ve cansız varlıklarla iletişim hâlindeyiz.

 
Ne yazık ki bu konunun yeterince farkında değiliz. Farkında olmadığımız için de yönetemiyoruz.

 
Fakat bunu bir anda değiştirebilmek çok da kolay bir şey değildir. Çünkü iletişim süreci sadece bizim kontrol edebileceğimiz bir süreç değildir. İletişime etki eden dâhili ve harici faktörler vardır. Evet, kelimeler bizim ağzımızdan çıkıyor, bizim dilimizden çıkıyor, karşı tarafa mesaj veren bizim bedenimiz, O ses bizim sesimiz fakat sesimizin tonuna, vurgularımıza, ifadelere, beden diline, etki eden o kadar çok faktör var ki… Ve baktığımız zaman da bunların iletişimde ciddi anlamda etkili olduğunu görüyoruz.

 
Bunlardan en önemlisi alt beyindir. Biz iletişime geçtiğimiz zaman çoğunlukla iletişim süreçlerini üst beyin yönetir. Yani o farkında olduğumuz bilinçli kişilik bölümümüz yönetir.

 
Bununla beraber alt beyin de iletişim sürecinin çok önemli bir parçasıdır. Ve biz farkında olmadan karşı tarafa o kadar çok mesaj gönderir ki alt beynimiz. İletişimde hiç istemediğimiz, hiç öngörmediğimiz sonuçlar söz konusu olabilir.

 
Sonra onlar bize geri döner, “Sen bana böyle dedin, sen bana öyle yaptın.” Fakat siz hiç farkında değilsinizdir.

 
Geriye dönüp baktığınızda karşı tarafın hiç de alınganlık göstermediğini, aksine son derece gerçekçi bir yaklaşımla o bizim tavırlarımızı, tutumlarımızı, o bedenimizden, alt beynimizden gelen mesajları son derece doğru okuduğunu görüyoruz.

 
Örneğin kişiler arası iletişimde mimiklerimiz son derece önemli rol oynar. Yüz ifademiz, mesela kaşlarımız çatıksa, ağzımız eğikse, yüzümüze sert bir ifade oturmuş ise, söylediğimiz ifadeler ne kadar yumuşak olursa olsun karşı tarafta oluşan olguda o yüzümüzdeki sert ifade belirleyici olur. O yüzden bizler yüzümüzdeki o mimikleri ifadelerimizle aynı hâle getiririz. Fakat biz getirdiğimizi zannediyoruz.

 
Eğer bilinçaltımızda karşı tarafa yönelik öfke, kızgınlık, nefret, bir tepki varsa iletişim kanalı açıldığında o duygular o kanala hücum ediyor.

 
Ve biz farkında olmadan alt beynimizde tabiri caizse kabımızda biriktirdiğimiz o duyguları da karşı tarafa aktarır. Bu anne babalar ve evlatları ile olan iletişimde de çok geçerli. Anne ve babalar zaman zaman çocuklarına öfke duyabiliyorlar. Onlara karşı tepkili olabiliyorlar. Ya da onlarla ilgili endişeli, kaygılı olabiliyorlar. Ya da onların hâllerini beğenmiyor olabiliyorlar. Onlara karşı suçlayıcı olabiliyorlar alt beyinlerinde. Ki çoğu zaman anne ve babalar bu duygularının farkında da değiller. Bir anne ve baba olarak bunu kendilerine yakıştıramıyorlar çünkü. İç dünyalarındaki çocuklarına karşı olan olumsuz duygularını anne ve babalığa yakıştıramıyorlar. Görmezden geliyorlar. Hâlbuki biliyorlar içerilerde bir yerlerde problemler var. Tabi görmezden geldikleri için de iletişim süreci içerisinde bu duyguların çocuklarına aktarımını engelleyemiyorlar. Ve farkında olmadan çocuğa o olumsuz duyguları aktarıyorlar.
Ve günün birinde o çocuk geliyor ve “anne-baba sen beni sevmiyorsun ki” diyor.

O anne ve babada sevgi var mı? Var tabiî ki.

 
Fakat o annede çocuğuna karşı bir öfke, o annede çocuğuna karşı bir yılgınlık, bir bıkkınlık, o annede çocuğuyla ilgili bir kaygı, bir endişe duyguları da var. İletişime geçtiklerinde, o kanal açıldığında annenin bilinçaltı o duyguları çocuğa gönderiyor. Zaten çocuklar anne ve babalarıyla iletişim sürecinde yetişkinlerden farklı olarak değişik araçlar kullanırlar.

 
Beynin ön üst bölgesinde bulunan ayna nöronlar açılır, anne ve babanın çocuğa göndermediği duygular da o anne ve babanın alt beyninden, duyguların oluştuğu o limbik sistemden adeta çekilir.

 
Çocuklar anne ve babanın iç dünyasına erişme ve benliklerinin derinliklerine gizli olan o duyguları ayna nöronlar aracılığıyla tespit edip çekme olanağı vardır. Kaldı ki çoğu zaman buna bile gerek kalmıyor. Alt beyin zaten kabında birikmiş olan o duyguları dışarı verip ondan kurtulma eğilimi içerisindedir.

 
Dolayısıyla karşı tarafın ayna nöronları çok fazla açık olmasa da o negatif duygular karşı tarafa yansıyor.

 
O zaman dönüp kendimize şöyle bir bakalım. İletişim sürecinde farkında olmadan muhatabımıza olumsuz duygular ulaştırıyoruz.
Çoğu zaman iç dünyamızdaki o duygularımızdan habersizizdir. Neden?

 
Çünkü bizler kendimizden kopuğuz. Dikkatimiz o kadar dağınık ki. Kendimizden uzaklaştık. Kendimizin farkında değiliz, özellikle de ruh dünyamızın farkında değiliz.

 
Tasavvufta rabıta-ı kalb vardır. Kalple rabıta yapılır. Bak bakalım kalbinde ne var, ne âlemde. Her gün en azından 1 dakika da olsa kalbe bakılması, kalbi durumumuzda ilgili bir farkındalık oluşturulması gerekli. Ama günümüz insanında bu yok.

 
Kendimizi o kadar farklı şeylere bölmüşüz ki kendimizden haberimiz yok, kendimizden kopmuşuz, kendimizden uzaklaşmışız. Dolayısıyla içsel olaylarımızı yönetemiyoruz. Yönetemediğimiz gibi dışsal, iletişim süreçlerini de yönetemiyoruz. Ve farkında olmadan bünyemizde barındırdığımız o duygusal rahatsızlıklarımızı, psikolojik sorunlarımız sevdiklerimize, eşimize, dostumuza, arkadaşlarımıza, komşumuza, arkadaşlarımıza bulaştırıyoruz. Evet, psikolojik hastalıklar psikolojik rahatsızlıklar bulaşıcıdır.

 
Dikkat edelim!
Hem de çok dikkat edelim!
Eğer bir şeylerin yolunda gitmediğini fark etmişsek o duygusal sorunlarımızın özellikle de yakınlarımıza, sevdiklerimize bulaşmaması konusunda gerekli tedbirleri alalım.

 
Öncelikli olarak farkına varacağız. Zaman zaman hayatın akışı içerisinde içimizde birikebilir ki biz insanız. O zaman Yusuf aleyhisselamın tavrını hatırlayacağız. Ne diyordu Yusuf aleyhisselam “Ben nefsimi temize çıkartacak değilim.” bizim alt beynimizde istemimiz dışında olumsuz duygular birikebilir.

 
Bu günden tezi yok dönelim ve şöyle bir kendimize bakalım. Acaba iç dünyamızda ne gibi duygular biriktirmişiz? Eşimizle ilgili ne gibi duygular biriktirmişiz? Bilinç düzeyde konuştuğumuz zaman “ben onu seviyorum, sayıyorum, beğeniyorum” vs. diyor olabilirsiniz. Bunlar üst beynimizin düşünceleri.

 
Şimdi, içimize bir bakalım. Bilinçaltımıza bir inelim. Acaba bilinçaltımızda ne gibi duygular var? Bilinçaltımız için geçmiş diye bir şey yok. Bilinçaltımız zamanı, hayatı bir bütün olarak görür. Bizim zaman dilimi olarak geçmiş diye tanımladığımız kısım Masanın sol tarafıdır. Bugün masanın ön bölümüdür. Gelecek ise sağ kısmıdır. Yani bilinçaltımız için yaşanmış, yaşanmakta ve yaşanacak olayların hepsi onun önünde gerçekleşmektedir. Dolayısıyla geçmişte kalma diye bir şey söz konusu değildir. O üst beyin için geçerlidir. Alt beyin için geçerli değildir.

 
Dolayısıyla çok uzak geçmişlere dair yaşantılar bile olsa o yaşantı beyin için önemli ise her yaşantı değil, alt beyin her yaşantıyı dikkate almıyor. Onun için önemli olan yaşantıları dikkate alıyor. Yani onun için önemliyse, onun bir yarasına, bir nasırına dokunmuşsa, bir duyarlılığını kaşımızsa bir hassasiyetine dokunmuşsa o zaman alt beyin onu hiçbir zaman unutmuyor.

 
Ve Biz farkında olmadan karşımızdaki insanla iletişim sürecinde bunu karşı tarafa yansıtıyor.
Bunun böyle olduğunu bilelim ve yönetelim. Yönetmek için bilmek, diğer bir deyişle farkında olmak gerekiyor.

 

Psikolog Fatih Reşit Civelekoğlu / ElifElif “İletişimdeki Hedeflerimiz ve Engellerimiz” Sonbahar Sayısı (2015-1436)

Elifelif İrt: (0212) 417 7775 – (0212) 418 32 54 
Kaynak:
Çocuk ve Aile, “İletişimde Hangi Duyguları Aktarıyorsunuz” Psikolog Fatih Reşit Civelekoğlu,
http://www.cocukaile.net/, http://www.cocukaile.net/saygin-evlilik-saygili-bir-iletisimin-sonucudur/ , (E.T. : 03/ 10/ 2015)

Categories:

Comments are closed