02
İletişim çağında yaşıyoruz.
İdrak ettiğimiz 2000’li yıllara “ İletişim Çağı “ etiketi vurulmuş.
Ki, iletişimi kolaylaştıran teknolojik cihazları ve aksesuarları bu denli tavan yapmamıştı insanoğlunun, insanlık tarihi boyunca.
Lakin hiç bu denli de yalnızlaşmamış, yabancılaşmamıştık birbirimize, insanlık cevherimize.
İcat ettiğimiz araçlar mesafeleri sıfırlayıp dünyayı küçültürken, milyonlarca hemcinsimize bir tuş, bir ahize, bir mail kadar yakın olmamıza rağmen, birbirimize meylimiz tükendi. Fiziksel mesafeleri kısalttık ama sanal mesafeler koyduk aramıza.
Bir zamanlar birbirleriyle selamlaşan, dertleşen, hasbihâl eden, sohbet eden, muhabbet eden, meşk eden bizler, şimdilerde çetleşen –chat diye yazılır-, mailleşen, mesajlaşan, alolaşan kurgu-bilim filmlerinin uzay yaratıklarını çağrıştıran ucubelere benzettik kendimizi.
İletişim çağında iletişimsiz kaldık.
Belki de insan ilişkilerine verdiğimiz yeni kavramsal anlamlarla ilintili bu; sıradan, derinliksiz ve soğuk kavramlar…
Mesela ”iletişim”: Bir haberi, bir duyguyu, bir bilgiyi muhatabımıza iletmek; hepsi bu… Aslolan iletmek, ilgilenmek değil’miş gibime geliyor. Aslolanın yalnızca iletmek olduğu, iletinin ve iletişimi sağlayan mekanizmaların öne çıktığı, modern iletişim tarzında, doğal olarak ileten ve iletilen gözden ve gönülden ırak bir yerde durmaya mahkûm.
Kevın Carter’in 1994 yılında Sudan’da yaşanan büyük kıtlık-kuraklık sırasında çektiği fotoğrafı bilmem hatırlayanınız var mı?
Hatırlayamayanlar için hatırlatalım: Açlıktan ve hâlsizlikten bitap düşmüş Sudanlı siyahî bir çocuk. 1 km ötedeki Birleşmiş Milletler Yemek Kampı’na adeta sürünerek (veya bedenini sürükleyerek) gitmeye çalışmakta. Ve hemen 5-6 metre arkasında çocuğun öleceği anı vahşi bir iştahla bekleyerek adım adım takip eden bir akbabanın fotoğrafı.
İşte, bu fotoğraf bütün dünya gazeteleri, dergileri, TV vb. kitle iletişim araçlarınca yayınlandı -pardon, tüm dünyaya iletildi- ve bu başarı K. Carter’a Pulitzer ödülü kazandırdı. Çünkü “çok büyük-çok önemli bir ileti” idi.
Manidar olan, Carter’in, siyahî çocuğun akbabaya yem olup olmamasını umursamadan, manzarayı kamerasına kaydeder kaydetmez, mal bulmuş mağribî telaşıyla doğruca fotoğraf stüdyosuna koşmuş olmasıydı.

 

 

Sanıyorum fazla söze hacet bırakmadı yaşanmış bu misal.
Hayatımıza buyur ettiğimiz her yenilikle birlikte, hayatımızdan bir şeyler çıkıp gidiyor bir daha dönmemek üzere; fark etmiyoruz.
Tüfeğin icadıyla belli olmuştu zaten mertliğin bozulacağı. Çevreyi tükettiğimiz gibi, cevherimizi de tüketiyoruz.
Bizden sonraki nesillere korkarım ayıplarımız ve günahlarımızdan başka bir şey bırakamayacağız.
Kalbimizin en kuytu yerlerinde hâlâ canlılığını muhafaza eden, çağın kirinden nasiplenmemiş bir köşe varsa eğer…
Selamlaşmayı bir kez daha denesek mi dersiniz?
Ne kaybederiz ki?

 

Abdülbaki Kömür/ ElifElif “İletişimdeki Hedeflerimiz ve Engellerimiz” Sonbahar Sayısı (2015-1436)

Elifelif İrt: (0212) 417 7775 – (0212) 418 32 54 

Categories:

Comments are closed