13

 

Sahabe içerisinde çok önemli bir yeri olan Sa’d b. Muâz’ın radıyallahu anh iman üzere yaşadığı hayatın toplamı altı yıldır. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem ile beraberliği sadece beş yıldır. Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ile beraber üç, dört gazveye ancak katılmıştır. O, ne Kur’an’ı baştan sona ezberlemiş ne Suffa’da çok iyi bir talim ve terbiyeye tabi olmuş da bunun neticesinde ciddi bir ilmi seviye kazanmış ne de malını Allah (cc) yolunda defaatle infak edecek bir zemin bulmuştu. Peki, ne yapmıştı ki böyle bir ödülün, böyle bir ilahi taltifin muhatabı olmuştu? Sebebi şu idi: Risalet davasının sıkıştığı bir zamanda, o davanın muallimine kol-kanat germiş, ihlâsla bir adım atmış, Yesrib’in Medine olmasında çok önemli bir rol oynamış, bu ise gayretullaha müspet manada tesir etmiş ve netice de böyle bir iltifât-ı rabbanîyenin sebebi olmuştu.

Hayat Defterinin Sayfalarını Aralarken…

Sa’d b. Muâz, otuzlu yaşlara geldiğinde, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Mina’daki çadırları dolaşırken en son altı delikanlının çadırına varır ki o çadırda Sa’d b. Muâz’ın teyzesinin oğlu olan Es’ad b. Zürâre ve beş arkadaşı vardır. Onların biat edip iman etmesi ile imanın mesajları o günlerde Yesrib’e girer. Bir sene sonra Es’ad b. Zürâre, on iki kişi ile Akabe’de tekrar Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem ile buluşur, biat bitince onlar bir Kur’ân muallimi talebinde bulunurlar, Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de onlara hiç düşünmeden Mus’ab b.Umeyr’i verir. Hz. Mus’ab’ın Yesrib’e gelişi ile yepyeni bir süreç başlar ve öyle bir noktaya gelir ki Yesrib’de bu iman davasından haberdar olmayan hiç kimse kalmaz. Duyanlardan biri de Abdüleşheloğulları’nın lideri Sa’d b. Muâz’dır. Mus’ab’ın Yesrib’e gelişinin üzerinden daha bir ay geçmemiştir; Mus’ab insanları bu yeni mesaja taşırken bir gün Es’ad b. Zürâre ile birlikte Abdüleşheloğulları ve Zaferoğulları’na ait mahallelere gelmişlerdi. Orada bulunan bir bahçede Marak kuyusunun başında insanları toplamış, onlara bu yeni dinin mesajlarını aktarıyorlardı. Onların bu faaliyetlerinden rahatsız olanlar da vardı. İşte onlardan biri de Sa’d b. Muâz’dı. O anlarda, Sa’d b. Muâz, Üseyd b. Hudayr ve bir kısım Evslilerin ileri gelenleri, oraya yakın bir yerde toplanmış kendi aralarında sohbet ediyorlardı. İşte o an biri geldi ve Sa’d’a dedi ki: “O senin kızdığın ve hakkında endişe duyduğun Mekkeli genç, teyzenin oğlu Es’ad ile beraber Marak kuyusunun başında insanları toplamış onlara yeni dine ait bir şeyler anlatıyorlar.” Sa’d bu sözleri duyunca çılgına döndü; hemen ayağa kalktı Üsyed’e bağırarak dedi ki: “Git oraya, bizim zayıf iradeli adamlarımızın aklını çelen o iki adama hadlerini bildir. Sen bildirmezsen ben gelir bildiririm. Aslında direk ben gideceğim ama teyzemin hatırına gitmiyorum, yoksa gidip önce o Mekkeli genci buralara getiren Es’ad’a haddini bildirmem lazım” diyordu.

Bu sözler üzerine Üseyd, hemen kalktı mızrağını eline aldı, kılıcını beline taktı. Üseyd ile Sa’d arasında, aynı kabileden olmanın dışında şöyle bir yakınlık daha vardı: Sa’d, Üseyd’in halası ile evliydi. Bundan dolayı da araları çok iyiydi. Üseyd büyük bir kızgınlıkla Marak kuyusuna doğru yürümeye başladı. Es’ad onun gelişini görünce; Mus’ab’a dedi ki: “Gelen bu kavmin efendilerinden, en zekilerinden, en güçlülerinden ve en fazla sözü dinlenenlerden biridir. Ona göre…” Üseyd geldi; elindeki mızrağı tam Mus’ab’ın önüne doğru attı, toprağa sapladı ve Mus’ab’ı hiç muhatap almadan direk Es’ad’a döndü ve dedi ki: “Bu yabancıyı neden topraklarımıza getirerek, zayıf iradeli insanlarımızı kandırmasına ve onların akıllarını çelmesine izin veriyorsun.” Daha Es’ad, ona cevap vermeden, yüzünden tebessümler yayılan bir hâl ile Mus’ab; “Ey Kavminin Efendisi!” diye nida ediyordu. Üseyd, sert, haşin ve her şeyi yapmaya hazır bir şekilde gelmiş, onlardan da sert bir cevap beklerken, Mekkeli yabancı adam çok sakin, vakarlı ve karşıdaki insanın meziyetlerini dikkate alarak ve kendinden çok emin bir hâlde bir nidada bulunuyordu. Mus’ab’ın o nidası ile o ana kadar Mus’ab’a bakmayan Üseyd başını kaldırdı ve Mus’ab’a baktı. Mus’ab bir ay gibi parlıyordu. Yüzünde tebessüm vardı. Malumunuz, tebessüm çok güzel bir tebliğ aracıdır. Bundan dolayı Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem tebessümün sadaka olduğunu söylemiştir.

 

Muhammed Emin Yıldırım / ElifElif “İbadet ve Kulluk” Yaz Sayısı (2016-1437)

Elifelif İrt: (0212) 417 7775 – (0212) 418 32 54

Categories:

Comments are closed