51
Kendini bilmek, Allah Teâlâ’yı tanımanın anahtarıdır. Kişi kendini bilmek istediğinde iki şeyden yaratılmış olduğunu idrak etmelidir. Biri; beden dediğimiz zahirî kalıptır; diğeri ise nefis, ruh ve kalp dediğimiz batinî üçlüdür. Kalp, bedenin padişahı, organlar da onun askerleridir. Kalbin hakikati bu âlemden olmayıp dünyaya bir garip yolcu olarak gelmiş olmasıdır. Bize de hakikatini aramak düşer. Biz neyiz, nereden gelmişiz, nereye gideceğiz? Bu sorular üzerinde kafa yormalıyız.

 
Belli bir plan içinde nihaî sona hazırlanıyoruz. Korkudan gözlerimizin yuvalarından dışarı fırlayacağı, kaçacak hiçbir yerin bulunmadığı bir gün… O gün ki dünyadayken hazırladığımız bin bir mazeretler kabul görmeyecek. Kendimize, uzaktan bir yabancı gibi bakıp zulmettiğimiz için azabın pençesinde olacağız. Yanıp kavrulurken nefsimiz “Neden su serpemedik ?” diye düşünme vakti çoktan geçmiş olacak. Her nefes alış verişimiz bizi mahkeme-i kübra’ya hızla yaklaştırırken ruhların, bedenlerin ve zihinlerin uyanma vakti geldi de geçiyor sanki.

 
Allah’a ibadet etmek için yaratılmış kullar olarak hepimiz bir nefis taşımaktayız. Nefis, kişiyi iyilikten uzaklaştırıp fenâlığa meylettirmek için çabalar durur. Bu şekilde yaratılmıştır. Buna karşın Allah, kuluna bulunması gerektiği yolu göstermiş ve seçimi ona bırakmıştır. Her kul nefsini yönlendirmek, Hâlık’ına ibâdet için onu zincire vurmak, kötü arzularından ve zevklerinden alıkoyup uzaklaştırmak ile görevlidir. Şâyet nefis murakabesini ihmâl edersek nefis azar ve bir daha önüne geçilemez hâle gelir. Nefsimizi her an kontrol altında tutalım ki Dinimiz’in emirlerinden bir karış dahi ayrılmış olmayalım. Zira kalp Allah’tan gafil olduğunda şeytan orada galibiyetini ilan eder.

 
Keyfine göre değil de Rabb’imizin ölçülerine göre hayatımızı idame etmek istiyorsak önümüzdeki engellerden kurtularak işe başlamalıyız. Unutkan bir fıtrata sahip olduğumuzu unutuşumuz, işe aşılması en zorlu olan unutkanlık dağını aşmakla başlayabiliriz. Şeytanın marufa gidilen yoldaki yegâne engeli değildir elbet unutkanlık, tembellik adında bir tuzağı daha vardır ezeli düşmanımızın. Çoğu işimizi başkalarına ya da bir takım teknolojik aletlere yaptırmaya alıştığımızdan mıdır nedir, gerek ahlakımızda gerek yaşam şeklimizde gerçekleştireceğimiz değişikliklerde de gözümüzü başkalarına dikmekteyiz. Çoğu zaman kendimizi “O söylesin. O söylesin ki biz yapalım. O bir gelse hayatıma ya da yakınımda olsa her şeyi Allah’ın razı olacağı şekilde yapacağım.” gibi cümleler kurarken buluruz. O kim? Ne zaman gelecek de “Hesap var, Allah’tan kork!” diye bizi uyandıracak? Beklenen uyarıcı veya yardımcı gelmeden ya Azrail gelirse… Kul kendisini nasıl unutabilir ki!

 
Yüzümüzü ne tarafa çevirirsek çevirelim, sahibimiz bizimleyken başkalarına minnet etmek de nereden çıktı? Evet, kimi zaman elimiz, gözümüz ya da dilimiz harama uzanmak isteyecektir. Rabb’imiz bize, böyle zamanlarda tuzağa düşmememiz için bir bekçi misali tetikte olmamızı emretmişse nefis de şehvetlerimizin kabardığı bu anları fırsat bilecektir. Nefsimiz bizi dibe çekmeye çalışırken ‘SABIR!’ diyecek birini beklersek kaybettik demektir. Biz kendimizi unuttuğumuzda bizi kendimize kim getirir ki? Başkası yok, biz varız! Gerekirse evlerimizi mobilyalar yerine “ölüm var” yazılı levhalarla süslemeliyiz. Ahbaplarımızı, bize selam verdikten sonra ‘Bugün ahiret için ne hazırladın?’ diye soranlardan seçip zaman zaman da mezarlıkları ziyaret etmeliyiz. Öfke anlarımızda nefsimize, Allah’ı hatırlatmak için yanımızda bulundurup okuyacağımız hadislerimiz olmalıdır.

Müyesser Parlak/ ElifElif “Müslüman Kadının Şahsiyeti” Kış Sayısı (2015-1436)

Elifelif İrt: (0212) 616 49 17 – 0542 482 56 76

Categories:

Comments are closed