tvdees

Toplumlar birbirlerinden, aile toplumdan, çocuklar da aileden etkilenir. Bu kaçınılmazdır. Aynı etkilenme bunun tersi için de söz konusudur elbette. Yani çocuklar aileyi, aile toplumu, toplumlar da insanlığı oluşturacağından, ailede pasif gibi görünen ama aslında bomboş zihniyle bir sünger gibi her şeyi emen ve kaydeden çocukların insanlık için ne kadar mühim olduğu sonucuna rahatlıkla varılabilir. “Çocuktur, anlamaz.”, “Daha 2 yaşında bebek.” gibi söylemlerin aslında ne kadar büyük bir yanılgının ürünü olduğunu idrak etmek, çocukların sadece çocuk olmadığını kabul etmekten geçmektedir. Onlar sadece çocuk değildir, kabul edelim. Bir tohum toprağa atıldığı andan itibaren nasıl içindeki cevheri ortaya çıkarmaya başlıyor ve bulunduğu ortamın ışığından, neminden, suyundan, toprağından etkileniyorsa işte, çocuk da ana rahminden itibaren karşılaştığı her durumdan etkilenecektir.

Çocuğun; annenin beslenmesi, aile ortamı, fizikî şartlar gibi unsurlardan etkilendiği hepimizin malumudur. Burada belki de en önemli nokta olarak aile ortamını görmek gerekmektedir. “Anasına bak, kızını al; kenarına bak, bezini al.”, “Armut dibine düşer.”, “Körle yatan şaşı kalkar, itle yatan bitle kalkar.” gibi atasözlerini kılavuz niyetiyle önümüze koyacak olursak çocuğun ya da daha geniş bir çerçeveden bakacak olursak insanın en yakınındakiyle etkileşime girmesi, ona benzemesi gayet normaldir. Çünkü insan ancak çevresi kadar bir dünyaya sahiptir. Anne ve babanın, bu gerçeği kabul etmeyip çocuğun aile içi eğitimini yaşının küçük olmasına bakarak ertelemesi, olumsuz şartlardan (medya, dedikodu, küfür vb.) evladını korumaması ve kendince en uygun zamanda –yani iş işten geçmişken- ahlak eğitimine başlaması için de güzel bir atasözümüz mevcuttur: Altmışında zurna öğrenen artık mezarda çalar!

Peki, aile ortamını neler etkiler? Bakalım. İletişim, bilgi edinme, eğlence gibi alt başlıklarla evimize soktuğumuz her cihaz aslında o teknolojiyi bütün olumlu ve olumsuz yanlarıyla eve sokmak demektir. Arı kovanlarından bal ve petek alan, kovanları tamir eden görevlilerin sıkı tedbirlerle bu işe giriştiklerini görürüz. Bunun sebebi, çok değerli olan ve başka türlü elde edilemeyen bal ve peteği elde etmektir. Binlerce arının içine girmek elbette çok tehlikelidir. Ama bal ve peteğin değeri, gerçekleşebilecek olumsuzlukları göze almayı gerektirmektedir. Burada önemli olan husus görevlinin, tehlikenin farkında olarak özel bir giysiyle kovanların yanına gitmesidir. “Bana bir şey olmaz.” tarzında bir özgüven, oluşabilecek tehlikeyi bertaraf etmeyecektir. Buradan kıyasla diyebiliriz ki nimetlere ulaşmak bazı tehlikeler barındırmaktadır. Bunun için arılara karşı giyilen özel elbise gibi nimetlerin sebep olabileceği yan tesirler için de önlem almak gerekmektedir. Teknoloji de böyledir. TV, cep telefonu, internet, gazete, dergi gibi medya organlarının hayatımıza getirdiği fayda, kolaylık, eğlence, imkân gibi artılarının da yan etkisi olabileceği göz önüne alınmalıdır. Her ilaç bir tedavi için içilmekte iken her ilacın da yan tesiri olabileceğine gözlerimizi kapatmak bizi hayâl dünyasına itecektir. Yapılması gereken tehlikenin farkına varmak, silkinmek ve tehlikeden en az etkilenmek için çaba sarf etmektir. İşte, bu nokta yazımızın hareket noktası olup yolculuk boyunca tek amacımız çocuklarımızı maruz bıraktığımız medyayı avucumuza alıp silkelemek olacaktır.

Çocuğun Gelişim Dönemlerine Göre Medyanın Etkisi

1980’ler Türkiye’nin bilgisayarla tanıştığı dönemdir ki bu dönem, ev bilgisayarlarının kullanım sıklığının arttığı bir dönemdir. Bilgisayar teknolojilerinin gelişimi 1620’lerde Pascal’ın bir oda büyüklüğünde, sadece toplama ve çıkarma yapabilen bir cihaz geliştirmesine bağlanır. 1850 yılında sadece 1 ve 0 rakamlarının kullanıldığı Boole Cebiri sistemi, bilgisayarın işletim sistemi üzerinde büyük rol oynamıştır. Bu sistem günümüzün bilgisayar, game boy, play station gibi cihazlarının temelidir. Kişisel bilgisayarların eve girişi 1980’lerdir. Televizyon ise 60’lı yıllarda Amerika’da, 70’lerde Avrupa’da, 80’lerin sonunda da Türkiye’de diğer medyaların önüne geçmiştir. Bu gelişmeler sonucu bilgisayarın, televizyonun, internetin eve girişi ile çocuk, doğduğu andan itibaren hatta anne karnında iken medyanın etkisi altındadır. Bu etki çocuğun içinde bulunduğu gelişim dönemlerine[1] göre farklılık arz eder. Gelişim, organizmada dış ve iç etkenler sonucu birbirine bağlı ve düzenli biçimde ortaya çıkan, ilerleyici birtakım değişiklikler olarak tanımlanır. Gelişimin göstergesi davranıştır. Gelişim genel anlamda bilişsel[2], psikososyal[3] ve fiziksel[4] olmak üzere üç alandan oluşur. Çocuk, bu üç alanın etkileşimi ile gelişir.

Araştırmacılara göre, televizyon gibi teknolojik tabanlı medya mecralarının çoğu çocukların fiziksel gelişimleri ve davranışları; düşünme, konuşma becerileri, okuma alışkanlıkları gibi bilişsel gelişimleri; kişisel gelişimleri; kimlik duygusu ile hayâl güçleri ve sosyalleşme süreçleri gibi sosyal ve duygusal gelişimleri üzerinde etkilidir.[5] Medya, çocuk gelişimine çevresel etkenler kategorisinde etki etmektedir. Bu etki, çocukların giyim tarzında, oynadıkları oyunlar ve oyuncaklarda, canlandırdıkları karakterlerde, yedikleri şekerlemelerde kendini göstermektedir.[6]

Duygusal Gelişim ve Meyda

0-3 Yaş

Öğrenme ve hatırlamanın yaşamın ilk haftalarında başladığı tahmin edilmektedir. 0-3 yaş çocukla paylaşılan sosyal zaman, onun iletişime alışmasına ve yavaş yavaş çevresini tanımasına vesile olur. Nitekim konuşma becerisinin temelleri de bu dönemde atılır. Bu dönemde aşırı bir şekilde medyaya maruz kalan çocuk, duygusal ve sosyal iletişime geçmekte zorlanabilir. Örneğin TV karşısında çocuğu besleme, uyutma gibi davranışlar ileride oluşacak yeme bozuklukları ve uyum sorunlarının temelini oluşturabilir. Sosyal duygusal gelişim içinde, duyguların şekillenmesine baktığımızda bebeklerin ilk sosyal davranışı olarak anneye bağlanma ve anneden kopma görülür. [7]

Anne ve çocuk arasındaki ilk sevgi temasları, çocuğun temel güveninin oluşmasında rol oynar. Bu nedenler çocuklar için sevgi, duygusal ilgi ve paylaşılacak zaman çok önemlidir. Çocuğun bunları yeterince görememesi, çocuğa ayrılacak vaktin medyayla paylaşılması çocuğun anneye bağlanmasını ve güven duygusunu kazanmasını güçleştirecektir. Bu dönemde çocukla bol bol konuşmalı, ona bolca zaman ayrılmalı, uyku-beslenme gibi temel gereksinimler TV’nin etkisinden uzak gerçekleştirilmelidir.

3-7 Yaş

Bu dönem diğer çocuklara, çevreye karşı ilginin arttığı fakat hâlâ aileye

bağlılığın görüldüğü yaş aralığıdır. Bu dönemde bağımsızlık, özbakım artar; oyun, hayâl ayrıntılı hâle gelir. Çocuk her gün yeni kelimeler öğrenerek dile hâkim olmaya başlar. TV izlemenin dil gelişimini artırıp kelime hazinesini zenginleştirdiği yönünde bulgular olmakla birlikte kontrolsüz TV izlemenin sosyalleşme, diyalog kurma gibi konularda sorunlara yol açtığı da görülmüştür.

Korkular, kaygılar çocukluk döneminin en önemli boyutlarıdır. Bazı korkular bir filmden, bir masaldan etkilenmeyle oluşurken bazı korkuların kaynağı da çocuğun hayâl gücüdür. Çocuk çok fazla TV izlerse dünyayı korkutucu bir yer gibi algılayabilir.[1] Fazla TV izleyen çocukların az izleyenlere göre daha kaygılı ve daha saldırgan davranışlar sergilemesi buna örnek gösterilebilir.[2]

7-12 Yaş

Bu dönemde okulda geçirilen zaman aile ile geçirilen zamanın önüne geçer, gözlem yeteneği gelişir. Çocuklar kimi model alıyorlarsa medyadan etkilenme düzeyleri de o modelin medyadan etkilenme düzeyi kadardır. Ailenin korkuları, kaygıları, sevinçleri, beğenileri ne yöndeyse çocuk da o yönde bir ilerleme gösterecektir.

Bu yaş çocukları artık dünyayı daha iyi tanımakta ve gerçekleri daha iyi bilmektedirler. Bu nedenle soyulmak, bıçaklanmak, vurulmak, ya da kitle iletişim araçlarından yansıyan, sık sık

karşılaştıkları savaş, doğal afetler gibi durumlardan korkabilirler.

Bu dönemin çocuğu ailesiyle birlikte izlediği haber görüntülerinin bilgilendirici nitelikte haber görüntülerinin bilgilendirici nitelikte olduğunu büyük ölçüde fark eder ancak bir yetişkin kadar yaşam deneyimine sahip olmadığı ve bilişsel, duygusal gelişimini tamamlamadığı için şiddet içeren, korku ve gerilime neden olan içerikler onun kaygı duymasına ve güvensizlik hissetmesine yol açarak kazanmış olduğu pek çok gelişimsel özellikte gerilemeye yol açabilir. Çocuk, görüntülerin etkisiyle evde yalnız kalamamaya başlar ve anne bağımlılığına, okul korkusuna yol açabilen sosyal gelişimsel gerilikler yaşayabilir.[3] Ayrıca aşırı medya kullanımı çocuğun sosyal etkinliklerinde, arkadaş ilişkilerinde, ders başarısında, sportif faaliyetlerinde ya da yaşına uygun becerilerin gelişmesinde sorunlara neden olabilir.

Bilişsel Gelişim ve Medya

“Bilişsel” terimi zihinsel faaliyetleri kapsar. Bu başlık altında dil gelişimi, okuma-yazma, problem çözme, akıl, dikkat, algı gibi alt başlıklar mevcuttur.

Bilişsel gelişim konusunda çağımızdan geçerliliğini koruyan kuram Piaget’in kuramıdır. Piaget’e göre bilişsel süreçler çocuğun dünyayı anlamasını sağlar. Çocuklar yalnızca kendi keşfettikleri şeyleri gerçek manada kavrayabilirler.

0-2 Yaş

Medyanın ilk bozucu etkisi bu yaş aralığında görülür. Bu dönemde çocuk durağan ve sakin zihinsel işlevlere ihtiyaç duyar. Fakat televizyona bakarak ilgisini odaklayan çocuk, hızlı ve akıcı görüntülerden olumsuz manada etkilenir. Ayrıca gelişmekte olan beyin, henüz bir yetişkinin beyinsel işlevlerini gerçekleştirememektedir. Örneğin yetişkin algısına uygun bir akış içermekte olan televizyon, hızlı geçişleri ve soyut yapısıyla bu dönem çocuklarının algıların auygun değildir. Çocuk gördüğü hızlı görüntüler arasında anlamlı bağlar kuramadığından dikkati kesik ve kopuk olarak gelişir. Medya ortamlarının, bebeğin etkili bağlantılar kurmasını etkileyerek dikkatin sürekliliği üzerinde bozucu etki oluşturması söz konusudur. Böylece beyinsel işlevlerde tembelliğe alışılması ile dikkatin yoğunlaştırılamaması gibi sorunlar ileriki yıllarda görülecektir.

Çocuklar için iki boyutlu sanal bir dünyaya bakmaları, üç boyutlu gerçek dünyayı-yaşamı algılamalarından daha kolaydır. Sürekli değişen görüntüler, beynin işlevlerinin erken uyarılmasına, bu da çocuğun inşa ettiği üç boyutlu algı sisteminin bozularak dikkat dağınıklığı oluşmasına zemin hazırlamaktadır. Çünkü çocuklar çok kısa bir zaman dilimi için dikkatlerini toplayabilirler. Bu dönemde onların ihtiyacı olan sakin ve üç boyutlu bir dünya algısıdır.

Sınırsız bir şekilde medyanın etkisine maruz bırakılan çocukta bu durumda konuşma, anlamlı jest ve mimikler, heceleme, agulama, ses çıkarma, cümle kurma gibi gerekli olan fonksiyonların gelişmesinde yetersizlik veya gecikme görülebilir. Şu çok önemlidir ki konuşmayı bilmeden televizyona bakan çocuk, ileriki yıllarda okumayı öğrenmek için fazla çaba göstermemektedir.

2-7 Yaş

Bu yaş aralığında çocuk başkalarının bakış açılarını kavrayamaz. Sadece kendi görüşleri önemlidir onun için. Erken çocuklukta çok fazla TV izleyenelrin kelime öğrenme süresi, kötü yönde etkilenmektedir. Çocuklar 7 yaşından önce ne televizyonu ne kelimeleri ne de karmaşık öykü yapısını kavrayabilmektedirler.

Somut düşünme bu dönemin başlıca özelliğidir. Örneğin bu dönemde çocuklar televizyonda gördükleri görüntüleri tamamen somut olarak algılarlar. Yani çocukta heniz soyut düşünce gelişmediği için televizyondan çocuğa ulaşan görüntüler olduğu gibi algılanır. Çocukların gördüklerinin bir film ya da hayâl olduğunu anlaması oldukça zordur. Ona göre görüntüler gerçektir. Hatta bazı şeylerin nedeni olduğunu ve o öyle düşündüğü için televizyonda bu sahnelerin gerçekleştiğini düşünebilir. Bu dönemdeki etkilenmeler çocuk için hayat boyu önem arz etmektedir.

7-12 Yaş

7-12 yaş arasındaki çocuk gelişmeye başlayan soyut düşüncenin etkisiyle televizyondaki görüntüleri erişkin düzeyinde algılamaya başlar. Fakat izlediklerini tam olarak anlamlandıramadığından beklenmedik olaylar, haberler karşısında daha çok panik olur.

TV ile kitap okuma arasındaki ilişkiyi inceleyen bir çok araştırma televizyonun kitaba ayrılan zamanı olumsuz etkilediği sonucunu ortaya çıkarmıştır. Televizyon izleme, bilgisayar oyunları oynama, internette zaman geçirme, chat, çocuğun okumaya karşı ilgisini azaltabilir çünkü hazır sunulan bir bilgi varken çocuk bir bilgiyi edinmek için çaba göstermek istemez. Medya ortamı zaten hayali de kurgulamış olarak çocuğa hazır olarak sunmaktadır. Oysa kitap okuyan ve kurgulanmamış hayallerle karşı karşıya gelen çocuk için zihinsel bir aktivite başlar. Çocuk okurken kelimeleri, harfleri, farklı dünyaları tanır; istediği yerde durup düşünebilir, hayâl edip okumaya devam ediebilir. Kurgulanmış hayaller, kitaptan uyarlanmış filmler ise düşünmesine fırsat vermemekte, ona hayâl kurma imkânı tanımamakta, devamlı akmaktadır. Ayrıca bu dönemde çocuk televizyon izleme sırasında ailenin verdiği tepkilerden çokça etkilenir, düşünce yapısını şekillendirebilir.

Televizyona oldukça eleştirel bir bakış açısı getiren İletişimci Neil Postman için televizyon söz konusu olduğunda yetişkin ile çocuk arasında bir ayırım yapmak gereksizdir. Televizyon, karşısındaki tüm zihinleri aynı düzeye getirme mantığına sahiptir. Bir söylentiye göre de televizyon programları 12 yaş mantığına göre hazırlanmaktadır.

Sosyal Gelişim ve Medya

Çocuğun gelişiminin önemli bir boyutunu oluşturan sosyalleşme, onun başka insanlarla iletişime geçmesi, çevresindeki insanların, grupların, toplumun değer, davranış ve inançlarını benimsemesidir. Günümüzde aile, okul, toplumun yanında bir sosyalleşme aracı olarak sunulan medya (internet, TV, sosyal ağlar, chat ortamları vb.) çocuğun yaşadığı deneyimlerinin yanı sıra çocuğa yaşaması mümkün olmayan deneyimler de sunar. Çocuk bilgisayar oyunlarıyla birilerini öldürebilir veya ölebilir, sosyal ağlar aracılığı ile sahip olmadığı bir kişiliğe hatta cinsiyete uygun davranışlar sergileyebilir, hiç görmediği belki de görmesi mümkün olmayacak yerleri/hayvanları TV vasıtasıyla görebilir. Bu nedenle çocuk, içerisinde bulunduğu toplumdan farklı bir kültüre maruz kalır ve gittikçe içinde bulunduğu toplumu/aileyi/grubu beğenmemek söz konusu olabilir.

Çocukların becerileri, ilgileri, merakları onun belli noktalara yönelmesine vesile olsa da çevresel faktörler ve ailelerinin onlara sunduklarıyla sınırlıdır. Dolayısıyla ailelerin büyük oranda tercih ettiği iletişim araçları, izledikleri TV programları aslında çocuğun dünyasını oluşturur. Yetişkinler tarafından eve sokulan bu yabancı unsurlar gitgide evden biri gibi algılanır ve bu araçlara suni bir güven oluşur. Tüm bunların neticesinde oluşan kültür çocuğun giyim tarzında, oyunlarında, tercih ettiği yiyeceklerde kendini gösterir. Dizilerdeki karakterlerin kıyafetleri, takıları, davranışları; çizgi film karakterlerinin ürünleri, şarkıları; reklamlarda pompalanan sağlıksız yiyecekler ister istemez çocuğun tercihi olacaktır. Çünkü çocuk için alışverişte/oyunda/ beslenmede/davranışta esas olan bilinçaltıdır. Çocuk en çok neyi görüyorsa ondan etkilenecektir.

1961 yılında “gözlemleyerek öğrenme” kavramını bir deneyle ispatlayan kuramın ölçüsü Albert Bandura’nın yaptığı Bobo Doll deneyi sonuçlarının televizyon programları üzerinde günümüz medya ortamlarının çocuklar üzerindeki etkisine gönderme yapması açısından önemlidir.

Bobo Doll Deneyi: Bandura, deneyinde bazı çocuklara film izletiyor. İzlettiği filmde “Bobo Doll” adı verilen bir oyuncağa bağıran, söven, onu tekmeleyen bir yetişkin görülüyor. Bunu izleyen çocuklar, daha sonra teker teker oyuncaklarla dolu bir odaya alınıyorlar. Tam oyunlarının ortasında, biri gelerek bu oyuncaklarla artık başka çocukların oynayacağını söylüyor. İlgilerini çeken bu odadan çıkarılan ve hayâl kırıklığına uğrayan çocuk, içinde daha az oyuncağın bulunduğu başka bir odaya alınıyor. Bu oyuncakların arasında “Bobo Doll” da bulunuyor. Filmi izleyen gruptaki çocukların Bobo Doll”a daha saldırgan davrandıkları gözlemleniyor. Bandura, bir sonraki deneyinde ufak bir değişiklik yapıyor. Şiddeti uygulayan kişi bir grup çocuğa izletilen filmde ödüllendiriliyor, diğer çocuklara izletilen filmde de cezalandırılıyor. Sonunda ödül ola filmi izleyen çocuklarda, şiddet davranışı daha fazla gözlemleniyor. Ancak sonunda ceza gören birini izleyen çocuklar, davranışı yapmaktan kaçınıyor.

Bu deneyden yola çıkılarak şiddet ve medya kullanımı arasındaki bağı inceleyen pek çok araştırma gerçekleştirilmiştir. Örneğin şiddet içeren çizgi filmleri izleyen çocukların izledikten önce ve izledikten sonraki davranışlarının farklı olduğu gözlenmiştir. 100 okul öncesi çocukla yapılan bir araştırmada çocuklar TV izlemeden önce ve sonra gözlenmiştir. Bir grup şiddet içeren çizgi filmleri izlemiş, diğer grup ise içeriğinde hiç saldırganlık olmayan çizgi filmleri izlemiştir. Şiddet içerikli filmleri izleyen çocukların, diğerlerine oranlar yaşıtlarıyla daha fazla kavga ettiği, büyüklere daha fazla karşı geldiği ve daha sabırsız davrandıkları gözlenmiştir.

W. Schramm, çocukların belli karakterlere benzemeye daha istekli olduklarını, ister kurgu isterse gerçek olsun çocukların bir modeli zihinlerinde saklayıp ileri yaşlarda bile tekrarlayabileceğini ortaya koymuştur. [4]

Çocukların küçük yaşlarda karşılaştıkları görüntüler onlarda kaygı, gerilim, şiddete meyletme, uyku bozukluğu, yalnız kalma istememe, şiddete karşı duyarsızlaşma, dünyayı olduğundan daha kötü bir yer olarak algılama, kendini korumak için saldırgan davranışlar sergileme, umursamazlık gibi sonuçlar ortaya çıkarabilmektedir. Ayrıca oyun döneminde kurulan TV-çocuk ilişkisi arkadaşlardan soyutlanmaya, paylaşma duygusunun körelmesine, sağlıksız iletişime neden olacaktır.

Ahlak Gelişimi ve Medya

Çocukların içinde bulunduğu sosyal ortamlar aynı zamanda onlara bir şeyler öğretir. Bu öğretme süreci bilinçli veya bilinçsizdir. Mesela çocuk sokağa çıkarken üzerine bir şeyler giymesi gerektiğini insanlardan öğrenir. Kimse ona elbiselerini giymesini söylemez. Bu, bilinçsiz bir öğrenmedir. Çocuk, çevresindeki insanlara göre neyin doğru, neyin yanlış olduğunu fark etmeye başlar. Toplum çocuğa ister istemez kendi doğrularını öğretir. Bu çevresel etmenler de çocuğun ahlak gelişimine zemin olur, ilk izlenim ve bilgiler ahlaki gelişimin temelini oluşturur. Bu gelişim aynı zamanda neyin doğru neyin yanlış olduğunun kişisel olarak belirlendiği vicdanın da oluşum sürecidir.

Okul öncesi çocuklarda doğru ve yanlışlarla ilgili fikirler somuttur. Bu yaştaki çocuklar için uyulan kurallar iyi, uyulmayan kurallar kötüdür. TV’deki dizi kahramanlarından, haberlerden, şiddet içeren çizgi filmlerden, bilgisayar oyunlarından çocuğa ulaşan bilgi, kötülerin her zaman ceza görmemekte hatta çoğu zaman kazanmakta olduklarıdır.

3-7 yaş, neyin hayâl neyin gerçek olduğunun tam olarak algılanamadığını bir dönemdir. Şiddet uygulayan TV kahramanları filmin sonunda somut bir ceza almamakta, kanlı bilgisayar oyunlarındaki kahramanlar sürekli yeniden dirilerek (!) savaşa devam etmektedir. Dolayısıyla çocuk toplum kurallarına uymayan kötülerin ceza almamasını doğru değerlendiremez. Bu kahramanların davranışlarını örnek alıp modelleyebilirler.

Ahlak/değer/din eğitimi çocuk için en tehlikeli araç olan medya eliyle değil, bizzat ailenin eliyle verilmelidir. Aksi hâlde ortaya çıkan sonuç kimin yetiştirdiği, kimin değerlerine sahip olduğu, kimi tasvip edip model aldığı belli olmayan bir nesil olacaktır. Aynı zamanda dikkat çeken bir diğer husus da bilgisayar, cep telefonu, internet, bilgisayar oyunları adına her şeyi bilen çocukların bu bilgiden tamamen uzak ebeveynleridir. Çocuğun kontrolünü bizzat kendisi yapan anne-baba çocuğundan haberdar olacak böylece çocuk, bilinçli anne-babasından çekinerek kendine çekidüzen verecektir. Önce, anne-babaların kendisine çekidüzen vermesi şartıyla elbette…


 

[1]Gerbner, G. ve Gross, L. ve ark. (1994), “Growing Up with Television: The Cultivation Perspective”, In Media effects: Ad-vances in Theory and Research.

[2]Wei R. (2007), Effects of Playing Violent Videogames on Chinese Adolescents’ ProViolence Attitudes, Attitudes Toward Others, and Aggressive Behavior.

[3]Valkenburg, Joanne Cantor ve ark. (2000), Fright Reactions to Television: A Child Survey, Communication

Research.

[4] Heart, L, Kruttschnitt C., Ward, D. (1986 ), Television and Violent Criminal Behavior:Beyond the Bobo Doll,

Violence and Victims

Hilâl Furkan’nın Medya Etkisini Derinleme Ele Aldığı Yazısı
Elifelif İrt: (0212) 616 49 17
Elifelif İrt: (0542) 482 56 76


 

[1]Çocukluk dönemi; kendi içinde farklılıklardan oluşan, iç içe geçmiş pek çok özellik ve kazanımın gözlendiği küçük aralıklı zamanlardan meydana gelir. İnsan yaşamı sürekli olduğundan bu dönemleri fark etmeyiz çünkü bu dönemler yapaydır. Ayrıca her dönemin kendine has özellikleri vardır.

[2]Zihinsel alan. Zihin yetenekleri, düşünme, problem çözme gibi süreçleri kapsar. Hafıza, dil gelişimi, algılamayı içerir.

[3]Kişisel özellikler ve sosyal becerilerle ilgilidir.

[4]Bireyin bedenindeki temel gelişimlerdir. Uzunluk, kas gelişimi, ağırlık vs. değişimlerdir.

[5]Bickham, D. S., Vandewater, E. A. & at all (2003), Predictors of children’s electronic media use: An examination of three ethnic groups. Media Psychology

[6]Singer, D. G., & Singer, J. L. (1998), Television İmagination and Aggression, A Study of Preschoolers, Lawrence Erlbaum

Associates. Place of Publication: Hillsdale, NJ.

[7]Morgan, T. C. (1981), Psikolojiye Giriş (Çev. Hüsnü Arıcı, Işık Savaşır, Olcay İmamoğlu ve ark.). Ankara, Hacettepe

Üniversitesi.

Comments are closed