41

Allah; Hâlik, insan; mahlûktur. Ahlak ise Allah’ın insanı yarattığı şeklidir, fıtrattır ve bozulmamış mayadır. İnsan, fıtratına sahip çıkabildiği ölçüde ahlaklıdır. Merhamet, herkeste vardır. Kimileri merhametini köreltmiş, kimileri de sahip çıkıp beslemiştir. Ahlak; kazanılan değildir, bilakis kaybedilmeyenin adıdır.

 

 

Bugün, ahlak üzerine derslerin yapıldığı, oturumların düzenlendiği, makalelerin kaleme alındığı hatta ahlakın okullarda zorunlu bir ders olarak okutulduğu bir dünyayı yorumlamak durumunda kalınca, ahlaksızlığın oluşturduğu çaresizliği; elinde neyi varsa onunla kapatma çabasında olan bir toplumla karşı karşıya kalıyoruz. Karşı karşıya kalmak bir yana kendimizi de bu toplumun merkezinde hissediyoruz. Ahlak savaşımızın adı oluyor, fıtratımızda gömülüyken.

 

 

Her şey ahlakla -isim olarak değil mana olarak- bir savaş içerisindeyken bizim ahlakı savunma hassasiyetimiz yine ahlaksızlığın seviyesini ortaya koyuyor. Ahlakı savunurken ahlaksızlığın boyutunu deşifre ediyoruz bir yandan. Kimsenin ahlak üzerine yapılan oturumlardan, yazılan makalelerden bir şikâyeti yok. Çünkü ne yazık ki etkisi olmayan bir faaliyet kimsenin rahatını bozmuyor. Bu çırpınış bile denizin dalgalı olduğunu göstermeye yetiyor. Biz neyi konuşuyor, neyi yapıyoruz? Ağzımızdan çıkanlarla, yaşama tarzımız birbirinden bağımsızlaştığından beridir ahlak da gündem oldu. Oysa doğru sözlü olmak, suyu dökmeden içebilmek gibi bir insanlıktı. Paylaşmak, iki yaşında yürüyebilmek kadar doğaldı. Merhamet, iyi insan olmanın şartlarından değil, sonuçlarındandı.

 

 

Ahlak, konuşulacak bir olgu mudur? Üzerinde makaleler, denemeler, fıkralar yazılan şeyler elbette olacaktır. Gündem yapılan mevzular da muhakkak olacaktır. Tartışılan şeyler de hep var olacaktır. Ama ahlak; konuşulan, tartışılan, yazılan değil bizzat yaşanan olmalıdır. Olması gerekenle olan şey arasındaki uçurum ayağımıza irili ufaklı taşlar gibi bağlanıyor da kanatların sağlam olması yetmiyor uçmak için. İlim var diyoruz, akıl var diyoruz, duruş var diyoruz. Ne yok ki?

 

 

Edepli olmayı sınıf geçmek için gerekli ders olarak öğrenen çocukların oluşturduğu bir toplumun edepten ne kadar nasipleneceği aşikârdır aslında. Ahlak kitaptan okunabilir, belleğe de kopyalanabilir ama ruha kopyalanamaz. Ahlak kaideleri ezberlenerek ahlaklı olunamaz; namazın rükünlerini, şartlarını bilmenin namaz yükümlülüğünü kaldıramayacağı gibi.

 

 

Herkesin lafız olarak peşinden koştuğu arzuladığı bir hikmet ama mana olarak herkesin savaş açtığı bir yaşam biçimi oldu ahlak. İsmiyle değil, cismiyle köreltmeye çalıştıklarından beridir ahlak adı altında yaptığımız değiş tokuşlardan bize ne kaldığını az ferasetle görebiliriz. Merhametsizlikten şikâyet ederken herkesle hemfikiriz. Ancak merhametten ne anladığımız sayfalar dolusu izahata muhtaç. Bu da bizi köpeğine gösterdiği merhameti, anne babasına gösteremeyen bir zihniyetin kapısına götürüyor. Neleri kazanmak için nelerden feragat ediyoruz? Ahlakı özümüzde değil, içimizde değil, kitap yapraklarından televizyon kanallarından öğrenmeye başladığımızdan bu yana fıtratımızdan uzaklaştık. İçimizdeki hocayı tanıyamadık, vicdan kavramını çözemedik. Biz, kalbimize sorsak o en doğruyu söylerdi oysaki. Biz ahlaklı olmayı babaannemizden görecektik. Hayâyı ananemizde keşfedecektik. Üçüncü sınıfa gelmeyi beklemeyecektik ahlak kaidelerini öğrenmek için.

 

 

Bugün gündemimizin yoğunluğu, eksikliğimizin büyüklüğünü gösteriyor. Yapamadığımız için konuşuyoruz. Olamadığımız için yazıyoruz. Değişmek için okuyoruz.

Oysa ahlak;

Eslem Yelgün / ElifElif “Bayram, Eğlence ve Tatil Ahlakımız” Yaz Sayısı (2015-1436)

Elifelif İrt: (0212) 417 7775 – (0212) 418 32 54 

Categories:

Comments are closed