33 (1)
Türkçe’de anlamı çok sığ olan bir kelime var: “TARAFTAR”. Akla ilk ve en çabuk gelen anlamı; daha çok futbol takımlarının sempatizanlarına verilen isim olması. Sınırlarımızı biraz daha zorlayıp ikinci manasına bakacak olursak imdada TDK’yı çağırmamız gerekir. Oradan da alabildiğimiz anlam “bir tarafı tutmak, bir yanı desteklemek” oluyor. Kısır da olsa bizim ele alacağımız mana bu minvalde olacak.
“Kim Allah’ı, Resûlü’nü ve iman edenleri dost edinirse (bilsin ki) üstün gelecek olanlar şüphesiz Allah’ın taraftarlarıdır.”
Müslümanlar olarak bizim, bu ayet-i kerime üzerinde çokça tefekkür ederek hazmetmemiz gerekiyor. Allah’ın taraftarları tanımlaması, Kur’anî ifadeyle “Hizbullah”tır. “Allah’ın erleri” veyahut “Allah’ın ordusu” şeklinde de tercüme edebiliriz. Bu ifade kitabımız Kur’an-ı Kerim’de iki yerde geçmektedir. Allah’ın taraftarlarının taşıması gereken vasıflara daha ayrıntılı bir şekilde yer verilen ayet ise Mücadele Suresi’nin 22. ayet-i kerimesidir. Tarafını Allah erliği yönünde seçmiş ve bu zorlu göreve talip olmuş bireyler olarak şükrünü eda edemeyeceğimiz kıymette bir nimet olan söz konusu ayetten başlayarak gelin Allah erininin vasıflarını tanımaya çalışalım:
Allah’ın askeri olabilmek için öncelikle hakkını vererek İslam’ı bireysel olarak her şeyiyle yaşamaya niyet etmeli ve yaşamaya çalışmalıyız. Allah’ın askeri olma yolunda adım atan kardeşimiz bilmeli ki; kişinin kendini değiştirmeden toplumu değiştirmesi mümkün olmayacaktır.
Peki, kendini değiştirmek için nereden başlayıp hangi güzergâhı izleyecek? El-cevap: “Allah’a ve ahiret gününe iman eden bir kavmi, Allah’a ve O’nun Resûlü’ne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine imanı yazdı.”
Allah eri, her zaman mü’min kardeşlerinin yanında yer alır. Onlara karşı şefkatli, merhametli ve alçakgönüllüdür. Hatta onlar bazı konularda kendisine katılmasa bile onlara karşı olan tavrını değiştirmez. Müslüman kardeşlerine karşı alçak gönüllü olabilmenin en iyi göstergesi ise onlara hizmet etmektir. Ve mü’minlere hizmet etmek; Allah’ı memnun etmenin en kolay yoludur. Bu hareket kişiyi katı kalplilikten de korur. Allah eri, kâfirlere karşı ise dimdik ve güçlüdür. Asla taviz vermez. Bu kişiler onun yakın çevresi veyahut ailesi olsa dahi bu durum değişmez. Allah eri bilir ki kâfirlere benzemek, onları sevmek demektir; bu sebeple hiçbir şekilde onlara benzeyecek bir hâl içerisinde olmaz.
Allah eri; Allah’ı ve Allah’ın sevdiklerini sevip, kendisini de Allah’ın sevebileceği takva abidesi bir kul hâline getirmek için çaba sarf edendir. Takva sahibi olabilmesi için atması gereken ilk adım; Allah’ın kitabının manalarını öğrenip tefekkür ederek okumaya başladıktan sonra ondan öğüt almasıdır. Allah eri, Allah’ın kitabından hiçbir şey okumadan gününü geçirmemeye özen gösterir. Bilir ki hayatının tüm alanlarında Allah’ın kitabına bağlı kalmadıkça takva sahibi olamaz.
Bilinmeli ki; takva cennet yoludur ve cennet yolu zorluklarla çevrilidir. Nefsimize zor gelen şeylerle yaptığımız mücadele bizi takvaya götürecektir.Allah eri ne derece takva sahibi ise o derecede Allah’a istiğfarda bulunur. Devamlı olarak günahlarını düşünür ve bunların muhasebesini yapar.
Rabbimiz’in lisanından Allah erinin özelliklerini öğrenmeye devam edelim:
“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven mü’minlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar (hiçbir kimsenin kınamasına aldırmazlar). Bu, Allah’ın dilediğine verdiği lütfudur. Allah’ın lütfu ve ilmi geniştir.”
Bu ayet-i kerimeden de anlıyoruz ki; cihadı ancak hiçbir kınayıcının kınamasından endişe duymayan kimse yüklenebilir. Ve bu seviyeye gelen kişi her bakımdan özgürlüğünü ve şahsiyetini kazanmış bulunan kimsedir. Bu kişi Allah yolundadır ve sadece Allah rızasını kazanmak için bu işe girişmiştir.
Peygamber Efendimiz’in hadis-i şerifinde belirttiği üzere “Asıl mücahit nefsiyle mücadele eden kimsedir.” Bu sebeple halis ve samimi anlamda cihadın gerçekleşebilmesi için Müslüman’ın dünya sevgisi ve hayata bağlılığını bu uğurda feda etmesi gerekir. Bu da ancak ilimle gerçekleşir. Müslüman’ın sürekli zinde kalabilmesi için kitaplardan, dergilerden, gazetelerden ve benzeri yayınlardan İslam düşüncesini öğrenip takip etmesi gerekir.
Kişi Allah’tan ne derece korkarsa kıyamet gününün dehşetinden ne derece endişe duyarsa tam anlamıyla İslam’ın tüm hükümleriyle amel etmeye çalışır. Ve o vakit takvaya da ulaşmış olur. Ancak kişinin Allah’tan korkması; bilgi ve ilmi derecesine, onun sıfatlarını ve fiillerini bilme durumuna göredir. Bu sebeple Allah eri yaratıcısının sıfatlarını sindirip hıfzetmelidir.
Müslüman’ın, yapacağı her bir işte niyetini Allah rızasına yönelik tutması zikirdir. Allah eri, bu hususta uyanıktır ve herkesin rutin olarak yaptığı işlerde bile niyetini sağlam tutarak kazanmasını bilir. O, İslam için en yüksek noktaya çıkmaya gayret gösterir, en az sınırla yetinmeyi asla kabul etmez.
Onun vahiy karşısındaki tutumu ancak dinlemek ve itaat etmektir. O tevekkül ile olayların karşısında dimdik durabilir. Zira Allah’ın her zaman kendisiyle birlikte olduğunu bilir ve bundan ötürü ümitsizliğe düşmez.
Allah eri bilir ki; kötülük karşısında Müslüman’ın tutumu; onun iman ve İslam derecesinin ölçüsüdür. Bu sebeple şahit olduğu herhangi bir çirkinlik karşısında asla sessiz kalmaz. Eliyle olmazsa diliyle o da olmazsa muhakkak kalbiyle tepki verir.
İşte bu anlatılanlar sahabe kıvamını yakalama ve imanı özümseme yolunda atılan önemli adımları içermektedir. Ancak akıllara takılması muhtemel bir sorunun cevabını vermek de gereklidir. Elbette ki bu seviyeye gelmek aniden olmayacaktır fakat adım adım ilerlediğimiz bu basamaklar ve yolculuk esnasında dökülen terler, bizi zirveye çıkaracaktır.

 
“Hiç şüphe yok ki doğruluk iyiliğe götürür. İyilik de cennete götürür. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında “Sıddîk” (doğru sözlü) diye yazılır. Yalancılık kötülüğe götürür. Kötülük de cehenneme götürür. Kişi yalan söyleye söyleye Allah katında “Kezzâb” (çok yalancı) diye yazılır.”
Hadis-i şeriften de anlıyoruz ki; bir kere doğru söylemek bizi “Sıddık” yapmaz veyahut bir kere yalan söyleyince bu bizi “Kezzab” yapmaz. Bu davranış sürekli bir şekilde yapılmaya çalışılırsa vasıf olarak üzerimize yapışır.
Allah eri, zaferden değil seferden sorumlu olduğunun idrakiyle yol almalıdır. Ve endişesi olmasın, bu yolculuk esnasında imanını kalbiyle tadacaktır biiznillah…

 

 

Elife Uludağ/ ElifElif “Bayram, Eğlence ve Tatil Ahlakımız” Yaz Sayısı (2015-1436)

Elifelif İrt: (0212) 417 7775 – (0212) 418 32 54 

Categories:

Comments are closed