Medeniyete dair konuşulacak mevzuların mihenk taşıdır kadın. Söz döner dolaşır muhakkak kadının konumuna gelir. Hatta modern çağ, medeniyet anlayışını kadının yeri ve özgürlüğü üzerine kurgulamaktadır dersek yanlış bir tespit yapmış olmayız.
Ayet-i kerimenin başında geçen “vekarne” ağırbaşlılık ve istikrar ifade eder. Bu ilahi emir, mü’minlerin analarının eve kapanıp dışarı asla çıkmamaları anlamına gelmez. Bu, ancak, onların yaşayacakları yerde aslolan mekânın ‘ev’ olduğunu ince bir üslupla işaret etmektedir.
Kadın, anneliğinin ve eşliğinin içini doldurabildiği sürece her mücahidin aslıdır. Mücahit, meydanlarda elinde dokuz kılıç parçalanan yiğit ise, kadın onun arkasında duran güçtür.
Aile varlığı, kapitalizmin ihtiraslarıyla bütünleşen kadın ve ev algısı sonucunda büyük yıkımlarla yüz yüze.
Mesele kadın değil İNSAN meselesidir. Batı medeniyeti, insanı kaybetti. Batı medeniyetine insanını kaybettiren gaflet, bizim batı taklitçilerinin hâlâ ve her şeye rağmen gayesidir.
Rabb’imiz insanı adıyla ve bedeniyle mükerrem yaratmıştır. Mahlûkatı içinde yeryüzünde Allah’ın halifeliğini sahiplenen de insan olmuştur.
Dünya üzerinde tarih boyunca kadının olması gereken yere, hak ettiği konuma erişmesi İslam dışında bir yolla mümkün olmamıştır, olamayacaktır da.
Allah Teâlâ, dünyada kadına eş olma görevi verdi. Bunun için vücudunu narin ve yumuşak, sesini çekici, gözlerini büyüleyici yarattı. Vücuduna giydiği giysiler bile, erkeğin cazibesi oldu.
Kadın, neslin devamının tek adresi olduğu için de her kesim, her ideoloji, her sistem, her görüş kadını, kendi pencerelerinden tarif etmiş, işine geldiği yere oturtmuş ve üzerinde tahakküm kurmanın yollarını aramıştır.
Kadın, maaşını kocasına vermek zorunda mıdır?